Bir şey mi arıyorsunuz?

Türk Savaş Sanatı Sayokan

Kaç zamandır bir savunma sporu hakkında bilgi edinmek ve bu bilgiyi blogumun okuyucularına aktarmak için fırsat kolluyordum. Neyse ki karşıma Mustafa Kaynak çıktı da hem fırsatı değerlendirdim hem merakımı giderdim. Mustafa hoca, Türk Savaş Sanatı Sayokan ve Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu hakkında Ali Demiral Blog sitesine konuştu. 

Mustafa Kaynak Kimdir?
Mustafa hocayla bizim evde söyleştik

(toc) Başlıklar

Türk Savaş Sanatı Sayokanı Erzin'e Getiren...

Mustafa Kaynak Kimdir?

Türk Savaş Sanatı Sayokan konusuna gelmeden önce Mustafa Kaynak kimdir tanımak isteriz.
Mustafa Kaynak aslen buraların çocuğu. 
Yoncadüzü Mahallesi'nde oturuyordu annesi babası. Kendisi de 89'a kadar burada yaşadı '85-'89 arası. 
'85 yılında Erzin Yeşilkent Lisesi'nde okudum. 
89'da askeriyeye gittim. 
89'dan, geçen sene ekim ayına kadar dışardaydım Erzin dışında asker olarak. 
Emekli olduktan sonra çocukların okul durumundan dolayı değişik yerlerde yaşamış bir insanım. 

Savaş Sanatı - Dövüş Sanatı Ayrımı

Mustafa hocam, size soru hazırlamak için Google'dan araştırma yaptığımda, sayokan dövüş sanatı, Türk Savaş Sanatı Sayokan gibi arama sonuçları çıktı karşıma. Siz de Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu duyurusunu yaparken sosyal medyada Türk Savaş Sanatı Sayokan şeklinde belirtmiştiniz. Dövüş sanatı, savaş sanatı ayrımları nasıl belirlenir? Bi' de savunma sporu var. Dövüş sporu kelimesiyle de karşılaşıyoruz. Sanat ve spor farklı mı, yoksa eş anlamlı olarak mı kullanılıyor dövüş, savunma konusunda?
Şimdi savaş sanatıyla dövüş sporları biraz farklı. 
Dövüş sporu dediğinizde kendine özgü kuralları olan ya da kuralları olmayan, her şeyi kabul eden bir sistem. Bunun içerisine, televizyonlarda izliyorsun, MMA yani mixed martial arts; karışık, karma savaş sanatları gibisinden değerlendirilen sistemler de var. 
Savaş insanlık tarihi kadar eskidir. İlk savaş biliyorsun Habil'le Kabil arasında çıkmıştı kardeş kavgası. Ondan sonra insanlar devlet olmaya ya da bir topluluk olmaya başladıktan sonra savaşlar oluşmuştur. 
Bizim savaş sanatı dememizdeki sebep bu işin içerisinde Türk kültürü var; kendi toplumumuzun kendi yaşadığımız çevremizin, yöremizin, coğrafyamızın kültürü var. Bunu nerde görebiliriz? Meselâ savaş sanatı olan ya da savaş geçmişi olan, kültürü olan toplumların folkloründe de bunu görebiliriz, türkülerinde de bunu görebiliriz. Meselâ kahramanlık türkülerimiz vardır. Başka ülkelerde kahramanlık türküsü çok fazla yoktur ama marşlar vardır. Ama bizim savaş sanatıyla alâkalı ya da savaş geçmişimizle alâkalı araştırdığımızda mehter bizde. Ne bileyim halk oyunları içerisinde hançer barından tutun da oynadığımız hemen hemen bütün oyunlarda savaşı çağrışımlar yapan teknikler vardır. Türk savaş sanatını anlatırken biz bu tekniklerden de yararlanıyoruz. Yani kültürümüzde var olan her şeyi savaş sanatının içerisinde yoğurmuş bi' şekilde sunuyoruz. Bu da kültürümüzün çeşitliliği, farklı coğrafyalarda yaşamış olmanın verdiği bir avantajla çok daha renkli, detaylı bir çalışma oluyor.
Dövüş farklı bi' şey. Dövüşte kural koyarsınız koymazsınız tamamen o organizasyonu yapanlarla alâkalı. 
Ama savaş dediğiniz zaman biz savaşçı yetiştiriyoruz. Savaşçı dediğimiz zaman da yani vuran, kıran anlamında değil... savaşçı sporcu da olur, savaşçı sanatçı da olur. Meselâ eski savaşçılara baktığınız zaman edebiyatla da ilgilenmiştir, sanatla da ilgilenmiştir, heykelle, resimle, müzikle, güzel yazı yazmayla... Savaşçının özelliği çok fazla olabilir. Savaşçı mecbur kalırsa kendi canını, sevdiklerinin canını, vatanını, kutsal saydığı değerleri korumak için savaşan kişidir. Onun dışında savaş Atatürk'ün dediği gibi; gerekli durumlar dışında katliamdır. İnsanlık suçudur ve biz Türkler olarak da çok barışsever, iyiliksever insanlarız; savaşı biliriz ama bize düşman olmayanla savaşmayız.

Sayokan Nedir?

SAvaşçının YOlu ve KANı

Mustafa hocam, sayokan nedir? Türk savaş sanatı sayokanın tarihini ve bugünlere kimler tarafından ulaştırıldığını anlatır mısınız?
Sayokan; SAvaşçının YOlu ve KANı kelimelerinin ilk harflerinden oluşturulmuş bir terimdir. 
Aslında Türk savaş sanatı dediğimiz zaman Türklere özgü, tamamen Türklere has. Türklerin geçmiş dönemlerde, savaşlarda kullandığı veya kendi toplum içerisinde, kültüründe kullandığı tekniklerin, kendini korumak zorunda kaldığından veya kutsal değerlerini korumak zorunda kaldığında uyguladığı sistemlerdir. Az önce de değindik, fark nedir? Bunu en küçüğünden en büyüğüne varıncaya kadar herkesin  çok rahat yapabilmesi, terimlerini çok rahat anlayabilmesi, sonra Türk örf âdetlerine, Türk toplum yapısına, yaşayışına uygun olması lâzım. Yürüyüşünüzden tutun, duruşunuza varıncaya kadar olaya bakış tarzının bile farklıdır. Meselâ Türk yerdeki düşmana vurmaz. Türk atlı ise yaya düşmana saldırmaz. Türk iki kişiyse yalnız tek başına kalmış bi' düşmana saldırmaz. Bire bir dövüşür. Ha Türk bir kişiyse birden çok düşmana karşı savaşır mı; evet savaşır. Savaşta teslim olmak nedir bilmez ve Türk teslim alıncaya kadar savaşır. Karşısında teslim olmuş, yenilgiyi kabul etmiş bir düşmana veya rakibe karşı herhangi bir şekilde katliama varan bir sonuca ulaşmaya çalışmaz. Önemli olan onun kazanması ve galip gelmesi ya da düşmanını pes ettirmesidir. 
Bunu tarihimizde gördük. Atatürk'ün Çanakkale Savaşı'nda ölen Anzaklarla ilgili söylediği çok meşhur lâflar vardır. Yani ülkemizi işgale gelmiş bir sürü insanımız şehit olmuş. Anzakların annelerine diyor ki; "Uzak diyarlardan çocuklarını bu topraklara defneden anneler. Merak etmeyin onlar artık bizim de çocuklarımız." 
Bizim savaşa bakışımız tamamen zorunluluk, vatanımızı korumak ve çizgimiz de şu; yurtta barış, cihanda barış. Eğer kendi yurdumda ben barış içinde yaşarken bana herhangi bir saldırı olmazsa savaş gereksiz ama benim varlığıma, benim yaşam tarzıma, benim değerlerime, kutsalıma saldırı olursa o zaman savaş kaçınılmaz. Yaklaşım bu. 

Sayokan Dünya Federasyonu Amerika'da Kuruldu

Literatürde Türk savaş sanatı 1999 yılında yabgu Nihat Yiğit tarafından kuruldu. Yabgu Nihat Yiğit değişik branşlarda yıllarca çalışıp uğraş verdikten sonra; Japonya'da, Çin'de eğitimler gördükten sonra, Türklerin neden bir savaş sanatı yok derdi ve kaygısıyla yola çıkıp araştırmalar neticesinde gerekli eğitmenlerle, öğretmenlerle veya akademisyenlerle çalışarak bu sistemin toparlanması ve oluşturulmasına çaba sarf etmiştir. 99'da Goshin Kaikan adı altında kuruldu. Sonrasında Amerika'da dünya federasyonu oluşturuldu. 2005 yılına kadar da Türkiye'de değişik okullarda başlandı.
Ben 2001 yılında tanıştım Türk savaş sanatıyla ve o zamana kadar Türk savaş sanatı literatürümüzde yoktu. Karate, judo, kick boks bile bu kadar yaygın değildi. Bunlarla ilgilenirken Türk savaş sanatını duyduğumuzda değişik bir heyecana kapıldık yani "neden savaşçıyız ben askerim ama Türk savaş sanatıyla herhangi bi' bilgim yok" gibisinden hayıflandım. 2002'de yılında başladık çalışmaya Nihat hocayla. 

Sayokan Türk Savaş Sanatı Merkezi Safranbolu'da

Sonra 2005 yılında dünya federasyonu Türkiye'ye getirildi. Türkiye'de oluşturuldu. Hâlihazırda Karabük Safranbolu'da Türk savaş sanatı merkezimiz var. Dünya federasyonu merkezimiz Safranbolu'dadır. Çok geniş bi' alan içerisine eski Türk mimarîsi tarzında kurulmuştur. İnşallah bi' gün oralara da gidip resimler çeker orda yagbuyla da röportaj yapma şansımız olur. Çadır mimarîsi Türklerin işte çok eski dönemlerden Hun çadırları, Uygur çadırları, göçebe çadırları görüp görebileceğiniz en güzel yerlerden bir tanesidir diyebilirim. Hem çalışma alanlarıyla hem okçuluk, ata binmek, ne bileyim açık alanda dövüş sporlarını yapmak, artı Türk kılıç sanatı yesukeni yapmak adına kurulmuş çok güzel bi'yer. Şu anda Safranbolu'da devam ediyor. Biz de Safranbolu'ya bağlı olarak yani yabgunun kontrolünde ve ona bağlılıkla Türkiye'nin değişik yerlerinde, gittiğimiz yerlerde okullar açarak bunu duyurmaya çalışıyoruz, tanıtmaya çalışıyoruz. İnsanlarımıza böyle bir şeyin var olduğunu ve bunu öğrenmelerinin çok elzem olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü neden; bizden bir şey. Bizim içimizden gelen bir şey ki yapmaya başladıktan sonra insanlar da şunu söylüyor: "Hocam biz bunu zaten biliyoruz. Bu hareketi biliyoruz." Ama  o hareketlerin sistematik olarak uygulanmasını bilmiyor. Hareketinin ne olduğunu biliyor. Bu da çok hoşumuza gidiyor. Çok çabuk kabul edilebilir bi' şey. 
Türk savaş sanatı sayokanın terimlerini paylaşır mısınız?
Alplik dediğimiz şey; alp teşkilâtı Türklerde ahi teşkilâtının bir değişik versiyonudur.  Savaşçı yetiştirmek adına kurulmuş teşkilâttır. Savaşçı olarak yetişmeye gelen herkesi bir alp olarak değerlendiririz. Kadınlarda bu almula olarak da adlandırılıyor. Alplerin başında mutlaka yetişmiş bu konuda yetkin ve eğitimli kişi olarak aybar bulunur. 
Alpay savaşçı, komando anlamına gelir Türkçe'de. Yani bizdeki komando birliklerine eski Türklerde alpay birlikleri denirdi, komando birlikleri. Alpay benim komando geçmişimizden dolayı kendi kullandığım bi' isimdir. Federasyon tarafından uygun göründü kullanmama müsaade edildi ve ben alpay yani komando alplik okulu şeklinde.

Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu

Şimdi de Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu konusuna gelelim . Erzin'de sayokan eğitimi verme düşüncesi nasıl doğdu?
Burada akrabalarım, kardeşlerim benim bu işi yaptığımı biliyorlardı ve çok fazla istek vardı. 
Yaklaşık bi' beş sene önce de Osmaniye'de Cebelibereket Okçuluk Kulübü'nün yardımlarıyla bir seminer verilmişti sayokan semineri. Yabgu ve diğer hocalarla geldik. Burada seminer verdiğimizde Osmaniye'de de istek olduğunu gördük.

"Bir Erzinli olarak önceliğim Erzin oldu"

Ama ben Erzin'de büyümüş, Erzinli olan bir vatandaş olarak dedim ki; Erzin'e vereyim. Çünkü bizim gençliğimiz zamanında '85-'89 yıllarında burada bir spor salonu veya spor yapabilme imkânı yoktu. Çoğunluk olarak bildiğimiz bi' futbol vardı. Voleybol takımımız bile yoktu ya da voleybol oynayabilecek okul lise sahası dışında yer yoktu. Kapalı spor salonumuz yoktu. Erzin'de baktım bisiklet kulübü (var) çok hoşuma gitti yaptıkları. Dedim demek ki yapılabiliyor ve insanlar buna aç, ihtiyacı var. Ve deprem neticesinde de bu bölgede  gençlerimize, çocuklarımıza, ailelere alternatif; en azından rahatlayabileceği, kendilerini rahatlatabilecekleri bir ortam sunmak adına Erzin'de açmaya karar verdim önceliği. 
Daha önce de dedim işte arkadaşlarımın, kardeşlerimin, akrabalarımın çok fazla talebi vardı. Açarken de ben bu kadar beklemiyordum. Yaklaşık bi' 20-30 kişilik grupla başlarız düşüncesindeydim ama başvuruları gayet umduğumuzdan fazla. Biz de bu başvurular içerisinde 7 yaşla 15 yaş arasındaki çocuklarımızı, gençlerimizi ailesiyle beraber almaya karar verdik. Annesi, babası veya 18 yaşından büyük ağabeyi, ablası varsa onunla beraber almak istedik. Sebebi şu; büyük bi' felâket yaşadık burada. Tamam en az hasarla atlatan Erzin ama bu bina anlamında hasar. Onun dışında psikolojik anlamda çocuklarda ne gibi bir sorun bıraktı, ne gibi bir endişe yaratıyor ailelerde; bunu bilmediğimiz için ailelerle beraber gelmelerini istedik ki çocuklarımıza hem kendilerine öz güven sağlayabilmek hem spor yaptıkça kafalarındaki o kendi olumsuz düşünceleri atabilmelerini sağlamaya çalıştık. 15 yaşından büyükler için 70 yaşına kadar kendiler gelebilir. 15-18 yaşındaki gençlerimiz ailesinin dilekçesiyle gelip kayıt yaptırabilir. 18 yaşından büyükler zaten direkt kendisi başvurup bize kayıt yaptırdıktan sonra devam edebilir. 

Sayokan Nasıl Yapılır?

Gösterdiğimiz eğitimlerde bedeni kullanma, bedenin doğal silâhlarını öğrenme; bunları nasıl uygulaması gerektiğini veya el teknikleri, ayak tekniklerini nasıl arkası arkasına kullanacak veya hangi zamanda nasıl birbiri ardına ekleyecek; bunları öğretmeye çalışıyoruz. Güzel bir eğitim süreci. Yaklaşık bir ay oldu ve şu an ellinin üzerinde öğrencimiz var. 

Yeni Dönem Sayokan Kurs Kayıtları

Yeni grup için de ön kayıtları almaya başladık. Ramazandan sonra muhtemelen kayıtlarımız dolarsa bu grubu da yeni açacağımız grubu da 40 kişiyle sınırlandırmayı düşünüyoruz. Ha talep olursa yine farklı gruplar açmayı düşünüyoruz. 
Bir dönem kaç hafta sürüyor?
Şimdi dönem şöyle; 25, hatta 30 yaş üstü büyüklerde herhangi bir müsabakaya katılma zorunluluğu olmadığı için... kendini spor yaparken evlâdıyla veya küçüklerle beraber gösterebilmek adına ve sağlığını spor yaparak kazanmak adına onlarda müsabakaya yönelik bi' çalışma yapmıyoruz. Onlar kendini korumayı öğreniyor. Sokakta veya iş yerinde yani güvenlikçi arkadaşlarımız olabilir, polis, asker arkadaşlarımız olabilir. Onlar kendini korumayı öğrenecek. Bu eğitim yaklaşık 216 saat sürüyor. Yani 108 saat içerisinde biz kendi kendine yetebilecek seviyede kendini korumayı öğretecek seviyeye gelmesini hedefliyoruz ve bunu da başarıyoruz, taahhüt ediyoruz. 
Haftada üç gün. 
Haftada iki gün. 
İki gün mü?
İki gün. 
Üç gün isteğe bağlı olarak üç gün yapabiliyoruz ama şu anda üçüncü günü iptal ettik. Hem salonun yeterli kapasitesi yok hem de talep hafta sonu üzerinden. Hafta sonu da üç ders üst üste yapamayız. Çünkü bedeninizi kullanarak yaptığınız bi' şey. Ekstra bi' alet falan kullanmıyorsunuz ama bedeni kullanmak gerçekten yorucu oluyor belirli bir zaman sonra. Tabi zamanla alışacak insanlar ham. Vücut hamlığı da var. Bu hamlık gittikten sonra bakacağız. 

Sayokan Kuşakları

Bu saatten sonra başlamış bir eğitime bir ay sonra katılabilir miyiz?
Çok zor. 
Öbür dönemi beklemek gerekiyor.
Mutlaka beklemek zorunda. Şöyle; biz her derste aynı şeyi tekrar etmiyoruz. Her ders üzerine koyarak ilerliyoruz. Dönemlerimiz dörder aylık. Dört sonra gençlerimizi bi' kuşak sınavına tabi tutacağız. Bu yeni başlayan grup ilk kuşağını aldıktan sonra ikinci kuşak seviyesine çıkmak için. Yani bizdeki kuşak seviyeleri mavi, sarı, 
Sayokan kuşakları hakkında bilgi verir misiniz?
Dört renkli kuşak olmak üzere bizim burada alplik okulunda vereceğimiz dört kuşak var: Mavi, sarı, kırmızı ve siyah renkli. 
Siyah kuşak için federasyonun belirlediği tarihlerde, federasyonun belirlediği yerde diğer illerdeki hocalarımızın da katılımıyla yaklaşık dokuz kapıdan geçmek zorunda alplerimiz. Bu dokuz kapıdaki soruları ve teknikleri uyguladıktan sonra dokuz kapının bitiminde değerlendirme neticesinde 70 puan üzerinde alan herkes siyah kuşak birinci san tuyun ünvanı. 18 yaşından önce siyah kuşak vermiyoruz gençlerimize. 18 yaşını doldurmuş olması gerekiyor. 
18 yaşından sonrası için yine kuşak bekleme süreleri var. İşte birinci sandan ikinci sana geçerken 3 sene, ikinci sandan üçüncü sana geçerken dört sene gibi sürelerimiz var. Bu süre içerisinde de eğitimler devam ediyor. Yani bu ömür boyu süren bir eğitim. Fakat eğitimin boyutları insanın tamamen yeteneğiyle ve zihniyle alâkalı. 
Ben şuna inanıyorum; "yapamam, oldum" ya da "tamam, yeter" dediğiniz anda yeni bir şey katamazsınız. Çünkü olmakla ölmekle arasında sadece iki nokta var. O harfin üzerine iki nokta koyduğunuzda: "öldüm." Ölen bi' insana bi' şey öğretemezsin. "Oldum" diyen bi' insana da bi' şey öğretemezsiniz ki ben şu anda siyah kuşak beşinci san seviyesindeyim. Ben daha oldum diyemiyorum. 
Peki meselâ 35 yaşından sonra biri; "iki sene, dört sene, beş sene" diyor ya, onları aşma şansı veriyorsunuz değil mi?
70 yaşında başlayıp şu anda siyah kuşak üçüncü san sabutay seviyesinde olan katılımcımız var Ankara'da. 
Yani daha önce bana bunu da çok sordular: "Kimler yapabilir?" 
Kendine güvenen, "Ben Türk'üm" diyen, "Ben bunu öğrenmek istiyorum, ben de katkı sağlamak istiyorum kendi sporumuza, kendi savaş sanatımıza" diyen herkesi bekleriz. "Yapamam" gibisinden şeylere de diyorum ki; meselâ askeriyede mayında ayağını kaybetmiş bi' arkadaşımız vardı, o yaptı tek ayağıyla. Protez bacakla ve siyah kuşak oldu. Veya 70 yaşında başlayıp şu anda üçüncü san olan var.
Sayokanda sizin gibi ustalaşabilir mi bi' insan düzenli antremanlar yapsa bi' senede?
Ben 2002 yılında başladım. 31 yaşındaydım. 
Ondan önce?
Yani askeriyenin verdiği siyah kuşak kareteciydim veya tekvandoya çalışmıştım. 

Sayokan Eğitimi

Deneyimsiz Kişiye Yazılmamış Defter Kâğıdı Örneği 

Benim hiç tecrübem yok meselâ.
Çok daha iyi... Ben başka bi' branştan, başka bi' dövüş sporundan gelip de, "Ben Türk savaş sanatı yapmak istiyorum" diyen öğrenciyle uğraştığımdan daha az uğraşacağım senle. 
Şöyle anlatayım; bir defter kâğıdı düşün. Defter kâğıdını alıyorsun eline; bembeyaz, bomboş bi' sayfa. Ne yazarsan onu okuyacaksın. Okunaklı okursan okunaklı okuyacaksın ve doğru yazarsan doğru olacak. Ama şimdi sen diyorsun ki meselâ ben filân dövüş sanatını yaptım, filân dövüş sisteminden geliyorum. E bu demektir ki bu deftere bi' şeyler yazılmış. Şimdi ben onu sileceğim, sildikten sonra bastırarak yazdığın için de orada izi kalacak. Şimdi yeni yazacağım şeylerle eski yazdığım şeyler birbirine karışacak. Okunaklı bi' yazı olmayacak. Tekniğin karışacak. Benim sana vermeye çalıştığım teknikle onlardan öğrenmiş olduğun teknik çatışacak. Bu çatışmayı sen ne kadar çabuk halledersen, ne kadar çabuk Türk savaş sanatına adapte olursan o zaman biraz daha tekniğini düzelteceksin.
Ben bu branşa başlarken sayokanda şöyle bi' şey vardı: başka bi' branştan geldiğinde branş belgelerini gösterirsin, "İşte ben şu kuşaktayım, bu kuşaktayım" (dersin) O belgelerin üzerine sana hoca hem temel teknikleri verir hem de onun üzerine katacak teknikleri vererek senin o belgenin sayokanda değerlendirir. Der ki: "Siyah kuşakmışsın, emeğin zayi olmasın. Üç aylık bir yenileme eğitimiyle siyah kuşakla devam et" ama ben siyah kuşağımı tamamen yırttım. Dedim ki: bu farklı bi' sistem, farklı bi' sistem. Yani bu sistemle bu sistemi birbirine karıştırmak istemiyorum. Dolayısıyla ben sıfırdan başladım. 
Sen şu anda sıfırdan başlayacağın için de çok daha avantajlısın, başka bi' branştan geçene göre.
Bu sporu yaparken meselâ erkeklerle kadınlar arasında bile fark görüyorsun. Neden fark görüyorsun? Erkek çocukları mahallede arkadaşıyla top oynadığından dolayı bi' tekme vuruşu var veya işte kavga etmiştir arkadaşıyla, çok fazla dövüş filmleri izlemiştir. Bruce Lee hayranıdır, Jet Lee hayranıdır. Bunların teknikleri hafızasında yer etmiştir ama kızlar böyle dövüş sporlarına yönelik bir şey izlemezler. Bi' boks ya da karate, tekvanda maçı izleyen bir bayan göremezsin, çok nadirdir. Onların zihinleri daha temiz kavgaya karşı. E kendini korumayı öğrenmek dediğimiz zaman da boş bi' sayfaya yazı yazmak gibi düşün. Sıfırdan başlıyorsun. Düzgün yazarsan, doğru yazarsan, okunaklı yazarsan yıllar boyunca saklarsın. Ama yok, "ben bunu yazdım, işte bundan vazgeçtim, sileyim, yenisini yazayım" dediğin anda o zaman karışık kuruşuk olur.
Ha büyüklerde şöyle bi' şeyimiz var: büyüklerde beyaz kuşakla başlar. Yaklaşık sekiz aylık bi' eğitimden sonra dört renkli kuşak dediğimiz kuşağa geçer. Orada toralp olur, sonrasında bi' sekiz aylık eğitim yani 108 saatlik ikinci eğitimi tamamladıktan sonra siyah kuşak sınavına girer. 
E büyüklerin en son ulaşabileceği nokta neresi dersen; eğer alagan alplik yani müsabakaya yönelik alplik eğitimi de alırsan onunca sana kadar ilerleyebilir ama "alagan alplik almayacağım ben, sadece kendimi korumak için istiyorum" diyorsa o zaman siyah kuşak ikinci sana kadar eğitimlerini tamamlamış olur ve artık kendini bire çok kişiye karşı; bak bire birden bahsetmiyoruz şimdi müsabakayla sokak farklıdır. 

Sayokan Sokakta İşe Yarar mı?

Sokakta bi' insanla istediğin kadar anlaşmalı dövüş yani "anlaşalım bak delikanlıca dövüşeceğiz, sopa yok, bi' şey yok" desen bile belirli bi' zaman sonra hiçbir şey bulamazsa taş bulur yerden. Sana güç yetiremeceğini düşünürse taşla saldırır. Ama müsabakada belirli koşullar vardır; nerelere vuracağından tut, hangi vuruşların yasak hangi vuruşların serbest olduğuna varıncaya kadar... Örnek; sokakta kafa atabilirsin ama müsabakada kafa atamazsın. Sokakta tutabilirsin, boğabilirsin, sarılabilirsin ama müsabakada bunları yapamazsın. İşte bu kurallar çerçevesinde 7 yaşından 18 yaşına kadar müsabık olarak yetiştirdiğimiz gençler hepsini bilmekle beraber müsabada uygulayacağı teknikler üzerine ağırlık verecek. Ha sokakta yine kendini koruyabilecek, fakat büyüklere verdiğimiz eğitimde müsabakaya yönelik eğitim vermeyip sokakta kendini koruyabileceği şeyleri vereceğiz. Önce çıplak elle herhangi bi' saldırı yani elde herhangi bi' şey yokken, çıplak elden kastımız herhangi bir materyal; sopa, bıçak, taş falan filân yokken kendini nasıl koruyacak onu öğrenecek, sonra sopalı saldırıya, bıçaklı saldırıya karşı  kendini nasıl koruyacağını öğreteceğiz. E bu saldırılarda sarılmalar var, tutmalar var, ne bileyim kafa atmalar var, tekme atmalar var. Hatta şöyle bi' şey; biz buna bi' standart getirip de, "işte şu saldırıya karşı şöyle" demiyoruz, "sen olsan nasıl saldırırdın" diyoruz. Onların kafasında veya daha önce başına gelmiş tecrübelerden. "İşte hocam ben şöyle bi' kavgaya şahit oldum" veya "bana şöyle saldırdılar" gibi gelen saldırılara karşı neler yapabileceğini de öğretiyoruz. Dolayısıyla büyüklere yönelik programda kendini sokakta sadece bire bir değil, bire çok kişiye karşı nasıl savunacağını öğretiyoruz. Bu işin stratejik boyutu var, bu işin teknik boyutu var. 

Sayokan Teknikleri

Teknik dediğimiz; vuruşları nasıl yapacak onu gösterirsiniz. Elin duruşu nasıl olacak, kolun duruşu nasıl olacak ama strateji dediğimizde iki kişiyle karşılaştığınızda hangisini önce karşılayacaksınız veya hangisi önce saldırabilir ya da hangisinin önce saldırmasını istiyorsun; ona öyle bir stratejik yaklaşacaksın ki o arkadaşı saldırıya yönlendirmek için baktın bunun elinde farklı bi' şey var veya bu daha  sana ters göründü, onu karşına aldığında başlangıcı onunla yapıp, onu ekarte edip sonra buna dönebilirsin veya bununla başlayıp ona dönebilirsin. Müsabaka değil bu sokakta kendini korumak. Bu kapkaça karşı olabilir, saldırganlık sadece soygun olarak düşünmeyin. 
Ben burada kadınlara, kızlara daha çok önem veriyorum çünkü erkek bi' şekilde kendini koruyabilir ama bir kadına sarkıntılık yapıldığında veya bir kadına tacizde bulunulduğunda kadın kendini nasıl savunacak? Toplumumuzda kadın cinayetleri maalesef gündemimizden düşmüyor. Türk insanı kadına bunu yapmaz. Bunu yapanların ben Türklükle alâsı olmadığını düşünüyorum. Türk insanı mazluma vurmaz, kadına vurmaz, çocuğa vurmaz, yaşlıya vurmaz ama maalesef toplumuzda şu anda öyle bi' güruh var ki karşısında kim olursa olsun, kendini bir yok etme makinasıymış gibi görüp her şeyi kendine hak görüyor. İşte böylesi insanlar için de bu cür'eti gösteren insana yapacağınız bir hareket onun bir daha başka bir mazluma veya masuma bulaşmasını engelleyecektir. "Haa bak hiç ummadığım adamdan dayak yedim, başka birine daha bulaşırsam o da yapabilir aynısını" diye en azından onun elini ayağını düz tutmasını sağlayacağız. 
Bizim amacımız bu yani toplumda öyle hayt huytla, kaba kuvvetle, bağırmayla, küfürle kimse kimseyi sindiremez. En nefret ettiğim şeylerden bi' tanesi küfürdür. Neden? Türkçeniz bitmişse, kelimeleriniz yetmiyorsa, kelime dağarcığınız yoksa küfür koyuyorsunuz. Artık gençlerimizde şunu görüyoruz. Noktalama işareti kullanmıyorlar. Takk! bi' tane küfürü yapıştırıyor oraya. Konuşuyor konuşuyor "ya sen ne diyorsun biiip" arkasından bi' küfür. Ya diyorum neden? Yani bunda toplumun her kesiminin suçu var. Büyüklerimizin var, gençlerimizin var, küçüklerimizin var, herkes, öğretmenlerimizin var, ne bileyim esnafımızın var, yöneticilerimizin var, var yani. Üslûbumuza dikkat etmiyoruz. Dilimizden çıkana dikkat etmiyoruz. Oysa Türkçemiz o kadar zengin, güzel, o kadar zengin bi' dil ki. Her türlü derdimizi anlatabiliyoruz. 
Bundan yüzyıllar önce yazılmış Hoca Ahmet Yesevî'nin "Hikmetler"ini okuduğunda çok daha rahat anlayabiliyorsun. Yunus Emre okuduğunda anlayabiliyorsun. Bak yüzyıllarca önce yaşamış insanlar. 
Türkçe dilimiz aynı zamanda bayrağımız. İşte Türkçeyi kullanacağız, Türk gibi düşüneceğiz, Türk gibi yaşayacağız, kendi örf âdetlerimizi, kendi toplum yapımız içerisinde uygulamaya devam edeceğiz ve Türk olduğumuzu unutmayacağız. Çünkü biz unutturulmaya çalışılıyoruz. Türk olduğumuzu unuttuğumuz anda ülkemiz de elimizden gidecek, özgürlüğümüz, bağımsızlığımız, her şeyimiz elimizden gidecek. Türk gibi yaşamamız lâzım. Türk gibi düşünmemiz lâzım. Konuşurken de Türkçemize sahip çıkmamız lâzım.

"Sayokan derneği kurmak istiyoruz"

Sayokan Alplik Okulları nasıl bir ortam? Bu okullarda neler yapılır?
Meselâ biz burada alplik okulumuzu açtığımızı söyledik ve aslında sayokan dernekleşme yoluyla ilerleyen bir sistem. Dernek kurulur; sayokan derneği. Meselâ Erzin'de bu derneği kurduğumuz zaman dernek yönetimi hocayla, hoca dediğimiz tagutaylarla irtibata geçip ders verilmesi konusuna el atabilir. 
Bunun dışında insanlara sosyal olarak ne verebileceğimizi düşünüyoruz. 
Ben şöyle düşünüyorum; burası sosyalleşme ve ailelerin sosyal olarak bir arada olması için çok uygun bi' yer. Yaz geldiğinde denizimiz var. Gideriz denizde kamp yaparız. Ha belediye eğer bize önayak olur da yardımcı olursa, belediyenin tesislerinde gençlerimizle beraber çadır açarız bi' hafta sonu veya hafta içi müsait oldukları bir zaman. Gençlerimizle hem orada spor yaparız hem beraber sohbetler ederiz, şarkılar söyleriz, güleriz, eğleniriz. 
Ailelerle çocukların bir arada olması şunu gösterir: çocuk annesinin babasının zorlandığı yerde, terlediği yerde, artık vücudunun sınırlarını zorladığı yerdeki tavrını örnek alır. Çocuk her zaman büyüğünü örnek alır. Şimdi en ufak bi' zorlanmada bırakıyorsa veli, çocuk da bırakır. Ama çocuğuna örnek olmak isteyen herkes, şuna inanıyorum ki çok daha iyisini yapmaya çalışacak. İşte ben tek başıma eğitim vermekten yana değilim. Ben bunu federasyona da kabul ettirdim, federasyon bunu çok benimsedi. "7 yaşla 15 yaş arasındaki gençlerimize ayrı sınıf açayım da çocuklarla ilgileneyim"; kreş gibi bi' hava değil. Aile ortamı; annen de yapıyor, baban da yapıyor; çocuk onları gördüğü zaman daha çok istekle yapıyor. Çünkü annesi de, babası da yapıyor. Demek ki bu gerekli bi' şey. Bak annesi güzel yapıyor, o daha güzel yapmaya çalışıyor gibi.
Yani sosyalleşme adına biz beraber geziler yapmayı düşünüyoruz. 
Ne bileyim; Safranbolu'ya gidip sayokan merkezini görelim, ordaki yabguyla tanışalım, ordaki alplerle beraber antreman yapalım. Sayokan genel merkezimizde at çiftliğimiz var, ata binelim, orda çadırlarımız var, çadırlarda kalalım. 
Ne bileyim; yani kültürümüzü, farklı yörelerimizdeki kültürlerimizi de tanıyalım. Birbirimizle tanışalım, konuşalım. 
Şu anda Türkiye'deki alplik okulları yanında bir de yurt dışında da alplik okullarımız var meselâ Azerbaycan'da, İran'da, Nepal'de, Almanya'da, Amerika'da gibi. Oralara gittiğimiz zaman da biz kalacak yer veya bize kim yardımcı olacak diye düşünmüyoruz. Arıyoruz, diyoruz ki; "Hocam ben geliyorum, burdan bi' emrin bi' isteğin var mı?" Gidiyoruz onlar bize hem rehberlik yapıyor, hem misafir ediyor. Ha "misafir etsin ben ucuza geleyim" anlamında değil. Bana oraları tanıtıyor, önayak oluyor. 
Diyor: "İşte şunu yapabiliriz, şurayı gezebiliriz veya şöyle bi' faaliyet yapabiliriz." 
Her türlü yardımda bulunuyor. 
Bir aile ortamı kurmaya çalışıyoruz. Toplum olarak birbirimizle iletişim kurmaya çalışıyoruz. Yani Erzin'de sayokan alplik okulu derneği olursa bu derneğin aldığı kararlar doğrultusunda yazın yaylaya gidip yaylada kamp yapabiliriz, antreman yapabiliriz, dağ yürüyüşleri veya doğa yürüyüşlerine gidebiliriz, denize gidip orada bulunabiliriz. Ne bileyim; yüzme kursuna başvurup gençlerimize yüzme öğretebiliriz. Bu bi' temeldir. Savaşmayı öğrenecek. Kendini korumayı öğrenecek ama diğer branşlarda da devam edecek.

Sayokan Öğrenme Şartları

Karne İyi Olacak

Sonra en büyük şartlarımızdan bi' tanesi: çocuklarımızın dersleri iyi olacak. Dersleri zayıf, karnesinde zayıf olan bir öğrenciyi ben derse almıyorum. Çünkü önceliği onun okumak. Bu topluma, bu millete okumuş, başarılı insanlar lâzım. Karnesi zayıf gelmediyse o zaman onu mükâfatlandırmak için kitap hediyemiz var. Onu da bırakın, çocuk yanımıza belirli bi' zaman sonra, yeni başladığımız için bu atılımları yeni yapıyoruz, bir iki ay geçtikten sonra çocuklarımıza kitap vereceğiz. Yazacağız hangi çocuğumuza hangi kitabı verdiğimizi. O kitapların hepsini okuması için dönen bir sistem yapacağız. Sonra kitaplarımızı toplayacağız, diyeceğiz ki: kaç tane kitabımız var? 100 tane. Bu kitapları herkes okuduktan sonra belki kütüphaneye bağışlayacağız belki biz de kendimiz kütüphane kuracağız. 
Kültürümüz dediğimiz zaman yani şurada düşünün bi' eşkili çorba, bi' toğga bizim kültürümüz değil mi? Diyeceğiz ki: hafta sonu hadi hep beraber eşkili çorba içeceğiz. Kazanları koyacağız, yapacağız, oturacağız, içeceğiz. Çocuklarımıza o kültürü vereceğiz. 
Ben çocuklara şunu da söylüyorum: "Annenizin babanızın size yedirmediği şeyi yemeyeceksiniz. Beslenmeniz düzgün olacak. Peynir, süt, yumurta. Aileniz size kahvaltıda ne çıkarıyorsa mutlaka yenecek. 'Ben bunu sevmiyorum' diyen lütfen sayokana gelmesin." Çünkü hiçbir anne baba inanıyorum ki çocuğuna zararlı bi' şey yedirmez. Hamburger seviyor çocuk; anne hamburgeri evde yapabilir. Pizza seviyor; pizzayı da anne evde yapabilir. Evde yapamıyorsa kontrollü bi' şekilde ayda bir olur, iki haftada bi' olur. Hiç fark etmez. Odan derli toplu olacak. Dersleri zamanında bitireceksin. Ne bileyim dişlerini fırçalayacaksın. Yardım edeceksin annene, yemeklerini yiyeceksin ve kurallara uyacaksın. Çünkü savaş sanatı dediğimiz şey kurallar bütünüdür. Kurallara uymadığın zaman o savaşı kaybedersin. Savaş her şeyde, her yerde. Sen de şu anda bi' savaş veriyorsun. Bi' yaşam savaşı veriyorsun, devam eden süreç var. Biz de bi' yaşam savaşı veriyoruz. Herkesin savaşı farklı görünse de neticede savaş var ortada. İşte bu savaş esnasında masumlara zarar vermeden kendi mücadelemizi ne kadar doğru ne kadar başarılı yapabiliriz? Bi' de bu var. Bunu öğretmeye çalışıyoruz yani biz bi' kültürleşmeden yanayız. Bu kültürü oluşturmakla ilgiliyiz. 
Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu nerede?
Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu merkez olarak herhangi bi' merkez okulumuz yok ama çalışmalarımızı Gençlik İlçe Spor Müdürlüğü'müzün basketbol sahasında yapıyoruz. Sağ olsun Hanifi müdürümüz (Demirkıran) önayak oldular. Bize seans verdiler oradan. Haftada iki gün, günde iki seans olmak üzere orda çalışmalarımızı yapıyoruz. Cumartesi ve pazar günleri dörtle altı arası öğlen sonu. 
Yeni dönemin başlama tarihi belli mi?
Tamamen isteğe bağlı. 
Şu anda yaklaşık bi' 8-10 kişilik bi' talep var. Bu talep kırkı bulduğu zaman tekrar yeni bi' grup açmayı düşünüyoruz. Kırkın üzerine çok çıkmak istemiyoruz. Kırkın altında da çok kalmak istemiyoruz. Çünkü bırakanlar olabiliyor, gelmeyenler olabiliyor. Dolayısıyla ders anlatırken 3-5 kişi yerine en azından bi' 30 kişi, 40 kişi çok rahat ders görebiliriz. Hem insanlar sıkılmaz hem de birbirlerine bakarak kendi hatalarını düzeltme şansları olabilir veya benim yetişemediğim yerde orada olan bir olumsuzluğu giderebilirler. 
Birbirleriyle etkileşim olsun, bi' de kaynaşma olsun, tanışma olsun. 
Eskiden mahalle kültürümüz, aile kültürümüz vardı. Şimdi apartmanlar dikilmeye başladıktan sonra kimse kapıyı çalmaz oldu birbirinin. 
Biz istiyoruz ki yani gidiş gelişler olsun, tanışmalar olsun, komşudan haberimiz olsun. Bir arada olalım. Aynı işi yapan insanlar tanışıyor, aynı sokakta olan insanlar tanışıyor veya aynı sülâleden gelen insanlar tanışıyor. Ama çok daha farklı kesimlerden insanlarla tanıştığımızda çok daha büyük büyük zenginliğe eriyorlar. 
Hocam siz eğitim verecek seviyeye gelene kadar kendinizi geliştirmek için neler yaptınız?
Şimdi şöyle; bi' kere savaş sanatına girdikten sonra biraz da askeriyenin verdiği, asker olmamızın verdiği bir şeyle biz olaya biraz daha savaşçı yönüyle baktık. Teknikleri uygulama yönünden, görev gereği uygulamak durumunda kaldığımız durumlar oldu. Bu durumlarda o tekniklerin bize katkı sağladığını, gerçekten işe yaradığını gördük. 
Bunun dışında Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisinde de ben sayokan eğitimleri verdim. Bu da bana katkı sağladı, çok daha fazla öğrenciye; yaklaşık 12 binin üzerinde öğrencim oldu. Yani 12 bin rakamı da çok ciddî bi' rakamdır. 12 bin öğrencinin vücut yapısı farklı, hareketleri farklı, daha önceki bilgi görgüsü farklı, yetiştiği aile farklı, yetiştiği ortam farklı. Yani Türkiye'nin her ilinden olduğu gibi yurt dışından gelen öğrencilerim de vardı: Azerbaycan'dan, Kırgızistan'dan, Kazakistan'dan, Bosna Hersek'ten, Arnavutluk'tan, Makedonya'dan, Gambiya'dan, hatta Çin'den gelenler vardı. 
Israrla dediler ki: "Çinlilere de öğret." 
Dedim: "Onların savaş sanatı var. Onlara öğretmeyeceğim." 
Ve Çinlilere göstermedim meselâ. Bu biraz daha kendi milletimize özgü olduğu için bizde kalsın istiyoruz. Ha öğrenemezler mi? Öğrenebilirler. 

Türk Bayrağı Diğer Bayrakların Üstüne Asılacak

Amerika'da bir alplik okulumuz var. Amerika'daki alplik okulumuzda olmazsa olmaz şartlarımız şu bizim: bir tane Türk bayrağı olacak. En üstte o asılacak. Bütün komutlar, sayokanla ilgili öğretilecek bütün teknikler Türkçe adla öğretilecek. Yumruk diyorsak o da yumruk diyecek. Tekme diyorsak o da tekme diyecek. Omca diyorsak o da omca diyecek. Yani tekniğin açıklamasını Türkçe yapacak. "Ben Amerikalıyım, Amerikan bayrağı asmak istiyorum" diyorsa Türk bayrağının aşağısına daha küçük bir Amerikan bayrağı asabilir. Ona engel olmuyoruz. Veya İran'da önce Türk bayrağı asacak, yanına İran bayrağı asacak. O değişmez kural. Çünkü bu Türklere özgü, Türkler tarafından bulunmuş bir savaş sanatıysa, nasıl ki bizimkiler burada Kore bayrağı, Çin bayrağı, onların ustalarının önünde nerdeyse secdeye yatar şekilde bir selâmlama yapmak zorundaysa o sporun gerekliliği, biz de Türklerin verdiği selâmı, Türklerin verdiği değeri herkesin vermesini anlatmaya çalışıyoruz. 
Diyoruz: "Bu bi' kültür hareketi, kültürleşme hareketi." 
Türk kültürünü tanıtıyoruz, Türk savaş kültürünü tanıtıyoruz. 
Az önce MMA dedin meselâ. MMA'i izlediğin zaman görüyorsun. Her türlü vuruş var. Maksat galip gelmek. Ama biz ısrarla diyoruz ki: Evet galip gelmek bir hedeftir ama galibiyete giden her yol mübah da değildir. Bi' kuralı, bir saygısı, bir saygınlığı olmalı. Ha sokaktaysa benim hayatta kalmam için gereken ne varsa yaparım. Amacım hayatta kalmak. Bana saldıran kişinin haklı olma ihtimali yok. Çünkü benim öğrencilerime de anlattığım şey şu: durduk yerde hiç kimseye saldırmak gibi bi' gerekçen olamaz. Haklı bi' sebebin varsa başvurman gereken yerler vardır. Ha başvuru yaptığın hâlde sana saldırı yapıyorsa bu sefer saldırı başladığı andan itibaren kendini korumak meşru hakkın. Meşru müdafaa hakkını kullanırken de o dozu çok iyi ayarlaman lâzım. Meşru müdafaa dediğimiz şey, saldırıyı def edecek kadar; işte kendi canını koruyacak kadar veya kendi vücut bütünlüğünü koruyacak kadar karşı tarafa şiddet uygulayabilirsin. Yasalar çerçevesinde. Yani biz bunu öğrettiğimiz zaman hadi saldım çayıra Mevlâm kayıra şeklinde değil; hayır. Biz öğrencilerimizi de takip ediyoruz, öğrettiğimiz kişileri de takip ediyoruz. Toplum içerisindeki duruşunu, tavrını, hareketlerini rahat rahat kontrol etmek istiyoruz. O yüzden ailelerle beraber gelsinler istiyoruz. O yüzden istiyoruz ki gençlerimize sadece bir vuruş yapmayı, tekme kullanmayı, yumruk kullanmayı değil, kitap okumayı da öğretelim. 
Ha öğretmenlerimiz içerisinde meselâ gelip de, "Hocam işte benim çocuğum filân kursa da giden" diyenler de oluyor veya aileler içerisinde... Gidebilir. Her türlü kursa açığız. Sanatsal faaliyete açığız; müzik, resim, heykel yapabilir. Hiç problem değil. 
Veya ne bileyim; "Ben futbol oynamak istiyorum, basketbol oynamak istiyorum. Sayokandan kalan zamanımda bu sporları da yapmak istiyorum." 
Yapabilir. Hiçbir sıkıntı yok. Yeterki doğru hocanın elinde, doğru yerde, doğru şekilde yapsın. Kendini sakatlamayacak şekilde bilinçli yapsın. Bilinçli yapılan her şeye açığız. 
Ama gidip de işte, "Hocam ben buradan sonra işte eve gitmiyorum, haytalık yapıyorum" gibisinden bi' öğrenciyi gördüğümüzde diyoruz ki; "Hayır, burdan sonra doğru evine gidiyorsun, annenle babanla beraber. Bak kontrol ediyorum."
Sonra geldiği zaman takip ediyoruz çocukları. 
Meselâ ailelere sorduğumuz şey: bu hafta derslerini yaptılar mı? Okula gidiş gelişte herhangi bir sıkıntıları oldu mu? Yeme içme konusunda bi' sıkıntı var mı?"
Aile meselâ geliyor diyor ki: "Hocam benim çocuğum yumurta yemiyor." 
Şimdi bunu çocuğun yumurta yemesi lâzım, doğru beslenmesi için. Bunu ailenin söylemesiyle bizim söylememiz arasında fark oluyor. 
Biz diyoruz ki: "Bak ben de yumurta yiyorum. Senin de yemen lâzım, çünkü kaslarının kuvvetlenmesi ve büyümen lâzım. Ama kasların kuvvetlenip büyümeden bu sporu yapabilir misin? Yapamazsın. Bak diğerleri senden öne geçer. Onlar daha güzel yapar ama sen yapamazsın. Bu sefer üzülürsün."
 Çocuklara bi' kıyaslama şansı sunuyoruz. Bu bi' yarış ama tatlı bi' rekabet. Onu yapmaya çalışıyoruz yani. Çocuklar, "Ben de yapıyorum, ben de yapıyorum" diye birbiriyle yarıştıkça biz daha çok hoşumuza gidiyor. Bu da güzel bi' ortam yaratıyor.

"Sayokanla güvendesin"

Bir dövüş sanatı öğrenmek insana fiziksel ve ruhsal olarak neler kazandırır?
Şunu kazandırır: şarj seviyesinin %100 olduğunu düşün telefonunun. Kapıdan dışarı adım attığında bu seviyen %70'e düşse ne yaparsın? Endişelenirsin. "Ya %100'dü bir anda adım attım %70'e düştü. %30'luk bi' kaybım var."
Şimdi toplumumuzda meselâ kadın cinayetleri veya sarkıntılık, tecavüz, taciz gibi olaylar... büyükşehirlerde çok daha fazla oluyor. Sokağa adımını attığın anda o kaygılar seni boğmaya başlıyor: "Ya biri saldırırsa, ya başıma bi' şey gelirse?" 
Enerjini düşürüyor. 
Ama sayokan öğrendiğinde, kendini korumayı öğrendiğinde kendine bi' öz güven sağladığın zaman bu sefer diyorsun ki: "Güvenlik kaygım yok." 
O %30 enerjiyi otomatikman tekrar vücuduna katıyorsun. Hanende şu anda %100 enerjiyle yola çıkıyorsun. Okula gidiyorsan, okulda o %100 enerjiyi kullanıyorsun. İşe gidiyorsan %100 enerjiyi kullanıyorsun. Kendine öz güven sağlayan, kendini korumayı bilen insan %100 kapasiteyle her şeye ulaşır. Çünkü öyle bi' endişesi yoktur, öyle bi' kaygısı yoktur. 
Düşünebiliyor musun yani? Ailelerimizin en büyük endişelerinden bi' tanesi. Bizim de çocuklarımız var. Üniversite okudular. Ha Erzin'de meselâ üniversite yok, bi' hukuk fakültesi veya tıp fakültesi yok. En yakın gidebileceğin yer Adana. Diyorsun ki, "Ya çocuğum şimdi Adana'da n' ağaptı? Acaba başına bi' şey geldi mi?"
Aile de endişe duyuyor.
Dün (cuma günü) arkadaşımla yürüyorduk. Akşam yağmur durmuşken yürüyüş yapalım dedik. O Hürriyet Okulu yok mu İskenderun'a giden. Ordan aşağı inerken karşı kaldırımdan genç bi' kızın geldiğini gördük. Dedi ki arkadaşım: "Bu saatte bu kızı nasıl böyle bırakmış ailesi" dedi. 
Endişeyi görüyor musun? 
Yani hiç tanımadığı hâlde. 
Ya bak bu bi' endişe. Neden? Toplumun içinde bulunduğu durumu görerek endişeleniyor. Haklı bi' endişe.
Yani meselâ o kız bilse böyle sayokanı, boksu falan. Belki biliyordur bile.
Kızı tanımadığımız için, kızın ailesini bilmediğimiz için şu anda bir ön yargıda bulunuyoruz bir nevi. Belki kız gerçekten kendini korumayı biliyordur veya ailesi gerçekten kızın kendini korumayı bildiğini bildiği için güveniyordur veya evi yakındır oraya gidiyordur, olabilir. 
Söylemek istediğim şey şu: üniversite ortamı dediğimiz; çocuklarımızı kendimizden uzak bi' yere göndermek zorunda kaldığımızda duyduğumuz kaygıdan bahsediyorum. Bi' kaygı duyuyoruz. Hepimiz duyuyoruz bu kaygıyı. "Bi' şey olur mu, bi' şey oldu mu? Şu oldu mu? Bu oldu mu?"
Şu da bi' gerçek. Meselâ bir kadına, bir kıza herhangi bi' saldırıda bulunduğunuzda... Herhangi biri bulundu diyelim. Eğer o kadın, o kız saldırıyı def eder, saldırganı komaya sokar, kemiklerini kırar, hastanelik ederse bile o saldırgan ondan şikâyetçi olmaz. Doğru mu? Hiçbir erkek, "Bi' kadından dayak yedim" şeyini üzerine almaz. Ha yaptığı erkeklik değil ya da yaptığı insanlık bile değil. Bi' saldırıda bulunuyorsun,karşılığında dayak yiyorsun. Bunu şikâyete bile dökmez. Daha önce Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi'nde ders verirken kız öğrencilere ısrarla söylediğim şey şudur: "kızım yurdunuza gidiyorsunuz, kalacağınız eve gidiyorsunuz, olaki bi' saldırıya uğradınız. Dövün. Bu teknikleri korkusuzca öğrenin. Şikâyet gelirse de ola ki polis karakoluna şikâyet ettiler... Diyeceksiniz ki: 'Mustafa hocam emir verdi, onun emri üzerine ben bunu dövdüm' deyin. İfadede benim adım da geçsin. Gelip ben de gururla diyeyim ki: 'Evet o şerefsiz böyle bi' şerefsizlik yaptı. Benim öğrencim de terbiyesini verdi' diyebileyim." 
Bunu dediğim zaman kızlarda daha bi' öz güven oluşuyor. Yani neden? "Arkamda bi' güç var. Hem ben güçlüyüm, bunu biliyorum hem de arkamda bi' güç var." 
Yani o kızın öyle bi' ailesinin verdiği bi' öz güven vardır muhtemelen. Ne mutlu! İstediğimiz bu. Türkiye sınırları içerisinde, kendi vatanımızda herkes her yere, her istediği yere, her istediği saatte gidebilsin. Ama bunu sağlayacak ortamı toplum yaratmak zorunda, toplum geliştirmek zorunda. Kısıtlamayla veya yasaklamayla bi' yere varamıyoruz.
Hocam sayokan alplik okulları için sayokan spor salonu mu gerekiyor? Siz Erzin Kapalı Spor Salonu'nda eğitim veriyorsunuz ya...
Evet
Acaba bu salon Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu yani tam teşekküllü okul olma şartlarını taşıyor mu?
Beklentimiz şu: temiz bir ortam, havadar bir ortam, çok rahat giriş çıkış yapabileceğimiz, ne bileyim insanî ihtiyaçlarımız açısından işte bi' lavabosu, wc'si falan olan bi' yer. 
Özellikle istediğimiz sayokan için şu olabilir: aynalar... en azından hareketleri yaparken aynada kendini görüp yanlış yapıyorsa düzeltebilmesi açısından aynalar olabilir. 
Aşağıdaki salon (Erzin Kapalı Spor Salonu) şu anda hem açık olması hem havadar olması hem ısıtma sisteminin olması bu mevsimde, bizim asgarî şartlarımızı karşılıyor. 
Onun dışında biz herhangi bi' alet kullanmıyoruz: ağırlık, halter, şu, bu gibi falan şeyler kullanmıyoruz. Kendi vücudumuzun gücünü, sınırlarını geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu da yaptığımız hareketlerle ve ısınma hareketleri, sonrasında güçlenme hareketleriyle kendi kendimize yapıyoruz. Ekstra bi' şey yok. Zaten çıplak ayakla çalışıyoruz. Müsabakalarımız da çıplak ayakla yapılıyor. Dışarıda, çim saha üzerinde, yağlı güreşlerde olduğu gibi. Yani yaptığımız her şey kendimizi korumaya yönelik olarak, hangi ortamda yapacaksak kendimizi korumayı, o ortama uygun olsun. Ama nezih, temiz, kimsenin bizi rahatsız etmeyeceği ve çalışan gençlerin dikkatinin dağılmayacağı bir ortam olması lâzım. Çünkü çalışırken gözü, kulağı, her şeyi bizde olacak. 
Bir de bizim bi' müzik yayınımız vardır çalışırken kendi kültürümüzü yansıtan müzikler kullanırız ki o savaşçı ruhu canlandıralım işte hareketleri biraz daha iştahla yapsın falan gibisinden. Bu ortam bizim için uygun. 
Mustafa hocam, söyleşi teklifimi kabul ederek Türk Savaş Sanatı Sayokan ve Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu konularında bizi bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. 
Son olarak; inşallah çok daha güzel şeyler başaracağız, çok daha güzel şeyler yapacağız. 
Yani burada bir sayokan merkezi olması, burada bir sayokan derneği kurmamız, en azından bunu sayokan literatürüne soktuğumuz zaman, Erzin adresini de içerisine girdirdiğimiz zaman Erzin'de bir közgü plânlayabiliriz yani kuşak sınavı plânlayabiliriz, Erzin'de bir seminer plânlayabiliriz veya Erzin'e sayokan alplerinin diğer ülkelerden ve diğer illerden gelmesini sağlayıp bir nevi spor turizmini canlandırabiliriz. Bu hem bizim açımızdan hem de gençlerimiz açısından iyi olacaktır. Çünkü değişik kültürlerden gelen sporcularla, alplerle, savaşçılarla tanışacaklar, konuşacaklar, birbirleriyle sohbet edecekler ve çok güzel bi' etkileşim olacak diye düşünüyorum. 
Neler öğrenebilirsiniz? 
Meselâ Ankara'da bir seminerde biz Amerika Özel Kuvvetleri'ne eğitim veren bir askerle beraber karşılaştık, beraber çalıştık. Ben de o sıra yine eğitim veriyordum. Amerikan askerine yakın dövüş konusunda hangi eğitimler verdiği, bizim hangi eğitimler verdiğimiz konusunda çok güzel bir konuşmamız, görüşmemiz oldu. 
Herkesten bi' şeyler öğrenmek mümkün. 
Sadece herkesten bi' şeyler öğrenmek değil; baktığınız zaman tabiatı görebiliyorsanız, müzikten, resimden, tabiatın kendisinden bir rüzgâr estiğinde, bir ağacın hışırtısından bile çok şey öğrenebilirsiniz. 
Savaş sanatında da amaç savaşta en az zayiatla muzaffer olmak, kazanmaksa biz bunun için toplumu  gözlemliyoruz. Sokakta yürüken, herhangi bi' insanla oynarken, ne bileyim sohbet ederken, bir aradayken, toplumun her şeyini gözetliyoruz. Gençlerimize, savaşçılarımıza veya bize katılan sporcularımıza aynı şeyi anlatıyoruz. 
Bi' kere bakış açımızı düzeltmemiz lâzım. Bakmakla görmek arasındaki farkı bilmemiz lâzım. Herkes bakar ama herkes ilgi alanına göre görür. Bu çok önemli. 
Yapmaya çalıştığımız şey bir de şu: teknoloji bizim dostumuz olduğu kadar dümanımız da. Çocuklarımızda şöyle bi' hastalık var: Elinde telefon, kafayı eğiyor. Çoğunlukla boyun fıtığı, kireçlenme, bel fıtığı hatta kamburlaşmaya varan neticeler oluşuyor. Biz istiyoruz ki çocuklarımız ihtiyaç hâlinde, kullanması gerektiği kadar teknolojiyi kullansın. Onun dışında kitapla, doğayla, insanlarla, hayvanlarla haşır neşir olsun. Bilgiyi kaynağından öğrensin. 
Biz de buna yönelik çalışma yapmaya çalışıyoruz. Gayretlerimiz tamamen buna yönelik. İnşallah olur.


Mustafa Kaynak: (0505) 254 35 52

Etiketler

Yorum Gönder

0 Yorumlar
*Yorumlar onaylandıktan sonra yayınlanır.