Blog yolculuğumda başıma gelen yazma isteksizliğinin önünü alamaz ve ne kadar süreceğini bilemez hâldeyken, o sırada kafamda dolanıp duran bin bir çeşit düşüncenin arasından çekip çıkardığım en uygun olanını hayata geçiriyorum ve yeniden kişisel blog yazmaya başlıyorum.
(toc) #title=(İçindekiler)
Yeniden Kişisel Blog Yazarlığı
Merhaba,
Uzun zamandır, hem de çok uzun zamandır, istikrarlı bir blogger olmanın hayalini kuruyordum.
Gerçekten blog yazarlığının yeri bende bir başkadır. Her an aklımda diyebilirim. Gerek içerik konusunda olsun, gerek site üzerinde yapılabilecek değişiklik veya yenilik konusunda... blogculuk zihnimi her daim meşgul eder, ki hâlimden memnunum. Ama memnun olmadığım şey, yukarıda girişte de değindiğim gibi, yazma isteksizliğinden şikâyetçiydim. Yazacak konu vardı, var olmasına da elim kaleme zor gidiyordu... gitse bile ikinci paragrafı göremeden bırakıyordum kalemi. Katılmaya niyetlendiğim mim yazıları ve Ağaç Ev Sohbetleri'nden kaç defa vazgeçtim, bilmiyorum. Oysa bendenizin de söyleyecek iki çift sözü vardı bazı konularda. Ne bileyim; derli toplu, doyurucu bir yazı çıkmayacağını düşünüyor -sadece mimler ve sohbetler değil- genel olarak yazmak için en uygun zamanın gelmesini beklemeye karar vererek, sürekli erteliyordum.
Vazgeçersin Erteleye Erteleye
Açıkçası ertelemek beni o an rahatlatıyordu. Nasıl olsa o en uygun zaman elbet bir gün gelecek ve ben tam istediğim şekilde gönlümce içerikler üretecektim. Yani böyle düşünüyordum. Hani düşünürsün, düşünürsün... kafanın içi çetrefilli bir hâle gelir, düşünceler kördüğüm olur ve boğulursun, ya kestirip atmak istersin ya da çıkış yolu olarak gördüğün bir plân geliverir aklına. İlerleyen zamanlarda o plânı uygulayacağını düşünerek rahatlarsın. İşte aslında böyle anlarda imdadına yetişen şey ertelemekten, daha açık bir ifadeyle kaçmaktan başka bir şey değildir, bence.
Size bir örnek vereyim: İlk gençlik çağımda boğazımda belirmeye başlayan guatr zamanla büyümeye başlamıştı. Anormal bir görünüm ortaya çıkmasının yanı sıra, bir şey yiyip içerken boğazımdan tuhaf sesler geliyordu... dikkat çeken bir sesti. Bir de doğru düzgün konuşmamı da engelliyordu hastalık. (Psikiyatristin dediğine göre, guatr hastalarında aşırı heyecan görülebilirmiş.) Artık ameliyat konusu açılmıştı. Kitle daha fazla büyümeden aldırmamı söylüyorlardı.
Bir gün kaldırımda yürürken konuşuyorum kendi kendime: "Askerde de olabiliyormuşsun ameliyat. Askere gidince komutanlara anlatırım... Aman boş ver ya. Ameliyat olmasam da olur. Nasıl olsa ölmeyecek miyim? Gerek yok."
Evet, ertelemeyi ve nihayet vazgeçmeyi gördünüz değil mi? İnsan kendini anlık rahatlatmanın yolunu arayıp bulabiliyor işte. Peki ne mi oldu sonra? Askere gitmeden kendimi ameliyat masasında buldum. Kökten halloldu mesele. Zorlamayla değil, gönüllü...
Her hâlde ben konfor alanımdan hiç çıkmak istemiyorum. Elimden gelenin fazlasını yapmak için didinmeye, mücadele etmeye üşeniyorum.
Ama canım isterse 12 saat durmadan yazdığımı da bilmenizi isterim. Evet, gazete için yaptığım bir söyleşinin 6 saat ses kaydının çözümüyle, 6 saat de temize çekimiyle uğraşarak, insanüstü bir performans göstermiştim. Bunu kendi blogum için de çok yaptım. Beni bilenler bilir; yeniden kişisel blog yazmaya başlamadan önce söyleşiler yapıyordum ben. Medya haber sitesi ve yerel gazete zamanlarından kalma alışkanlığımı, ta ücretsiz blogspot günlerimden beri devam ettirdim. Acaba diyorum; yazmaktan bıktım mı? Kalemle yaza yaza parmaklarımın şekli değişirdi... omuzlarım, belim sancılanırdı. Zaten bu söyleşiler konusundan ayrı bir yazı çıkar... bir yanım suskunluğunu koru diyor, bir yanım içini dök diyor. Yazacak çok şey var. Belki ileride yazabilirim. Bence genel olarak blog yazarlığımı kötü etkileyen bir etken de bu. Neyse...
![]() |
Kişisel Blog Olunca Ne Oluyor? |
Kişisel Blog Yapınca Ne Oluyor❓️
Bloglarla hiç işi olmayan ama tamamen tesadüf eseri bu yazıyı okuyan birisi, "Ben bu arkadaşın derdini anlamadım. Blog blog diye bir şeyler eveleyip geveliyor. Ne blogmuş birader! Tamam da, kişisel blog olunca ne oluyor" diye sorabilir. Soruyu sorduktan sonra oluşan kısa bir sessizlik sonrası başını kaşıyarak, "Kişisel blog ne işe yarar" gibi bir merakla konunun üstüne gidebilir de. Konuyu açan ben olduğum için, soru sahibinin merakını gidermek ise bana düşer.
Önce Blog Sahibinin Yararınadır
Bu soruyu bir kişisel blogger açısından cevaplayacak olursam; kişisel blogger, web sayfasında canı ne istiyorsa onu yazabilir. İllâki başkalarının işine yarayacak şeyler yazmalı diye bir mecburiyeti yok.
Kaldı ki "blog" icadının ortaya çıkışı, yani ilk kullanım amacı; günlüklerin bir defter sayfasına değil de, web sayfasına yazılması. Zaten ilk adı da weblog. Sonradan kısaltılıp blog deniyor.
Ne dedik? Günlüklerin web sayfasına yazılması. Benim de evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl, pireler berber iken falan filân işte... günlük tutmuşluğum var. Geceleyin uyumaya yakın, kalbim kadar temiz bir defter sayfasını açar, gün içinde yaşadıklarımı kaleme alırdım. Öyle çok uzun bir günlük tutma uğraşım olmasa da, az buçuk tecrübeliyim, ondan da geri kalmadık. Şimdi ben deftere günlük tutarken bir şeye yarasın diye niyetim veya amacım olmadı, ki zaten kimseler okumasın diye kilitlerdik defteri. Konu tamamen kişiseldi yani. Bir araştırma yapılmış... insanların blog yazma nedenlerinden birinin "yaşamı belgeleme isteği" olduğu ortaya çıkmış. Tabi bu, nedenlerden yalnızca biri. Şimdi konumuz benim yeniden kişisel blog yazarlığına dönüşüm olduğundan, fazla dallandırmak istemiyorum. Ama "yaşamı belgelendirme isteği" hususu, deftere tutulan günlük yazılarına ne kadar benziyor değil mi? Demek ki kişisel blogların mutlaka öğretici, bilgilendirici olması gerekmiyor. Ha ben duygularımı, görüşlerimi, tecrübelerimi, başarılarımı, yanlışlarımı... kısacası bana dair ne varsa -bilinmesini istediğim kadar- yazarım ve arayan bulur... ya beni örnek alır, ya da benden ibret alır. Bu da blog okuru açısından vereceğim cevap. Fakat ilgili kişilerin benim yazdıklarımı bulabilmesi için bazı kurallara uymam gerekiyor. Bu kurallara SEO (arama motoru optimizasyonu) deniyor. Blogculukla uğraşanların ortak görüşü; istediğini yaz ama en iyi bildiğin veya keyif aldığın şeyleri yaz.
Burada Neler Olacak❓️
Benim ismimi ve sitemi ilk kez duyanlar, önceleri hangi türde yayın yaptığımı merak edebilir.
Eskiden söyleşilerle birlikte yürütüyordum blogumu. Hatıralarımı paylaşıyor, mimlere ve Ağaç Ev Sohbetleri'ne katılıyor, öyküler yazıyor, kitap ve film tanıtım yazıları kaleme alıyor (radyo tiyatrosu tanıtımı bile yapmıştım), bazen içimi döküyordum... E tabi bir de Hürriyet Bumerang'ın gönderdiği sponsorlu makalelere yer veriyordum. Yani herkes ne yaptıysa veya ne yapıyorsa ben de onu yaptım. Tabi kendi üslûbumla... ki zaten bir blogu kişisel yapan da, üslûp ve yorum farkıdır... yani yazarın tarzıdır. Kişiselblog hakkında çeşit çeşit görüş olması da hep bundandır. Bu konu genişler durur. Her şeyi bir kerede yazarsam, ana başlıktan sapmış olurum. En iyisi burada kesmek.
Şimdi benim için o en uygun zaman geldi mi, ki yeni yayın hayatıma başladım?
Hayır.
Ne zaman geleceği belli mi?
Hayır.
Gelse bile, hep aynı kalacağı garanti mi?
Hayır.
O hâlde niye bekleyeyim? Alan adının süresi boş yere mi geçsin? Üstelik premium blogger tema satın almışım. Ne için bekleyeyim yani?
İçini dök, okuduğun kitabı özetle, başına gelen bir şeyi anlat, öyküler yaz... yaz işte. Geçmişe takılma. Seni boş yere yoran alışkanlıklarını bırak artık. Bu ülkede bir blogger maalesef bir youtuber, bir tiktoker, influencer kadar değer görmüyor. Sen kendine değer ver. Canını yirim senin. Neyse...
Eskiden site kişisel blog özelliği taşısa da, aslında genel blogdu. İşte ben yeniden kişisel blog derken, sitemin bu yönünü baz aldım.
Sizce kişisel blog ne işe yarar? İlle başkalarının işine yaraması için mi blog yazılır? Bir kişisel blogger, olumlu veya olumsuz hislerini internet adresi aracılığıyla dünyayla paylaştığı zaman, onun açısından işe yaraması yeterli değil mi? Siz neden blog yazıyorsunuz? Ayrıca siz de benim gibi yazma isteksizliği yaşıyor musunuz? Yaşıyorsanız bu sıkıntıyı nasıl aşıyorsunuz?