Bir yavru kaplumbağayı üst kabuğundan tutarak getiren Büşra, salıncakta oturan Esma'ya, "Abla, bak" dedi.
Ablası:
"Annesi hani?"
Arazinin öbür tarafındaki evin arkasını işaret etti Büşra.
"Geri götür. Annesi çocuğunu arar."
"Bizim annemiz de bizi arar mı abla?"
"Biz kaybolmadık ki. O kayboldu."
"O zaman biz onu arayalım."
Bu teklife karşılık gelmedi, teklif sahibi de konuyu uzatmadı.
"Berringil börek yapıyorlar."
Bunu işiten Esma, bi' an duraksadıktan sonra, "Kaplumbağayı yerine koyalım" diyerek salıncaktan kalktı.
Pıtrak talamış araziyi geçip, yavruyu anasının yanına bıraktılar. Hemen önlerindeki mutfağın penceresinden, pişmekte olan börek kokusu yayılıyordu. Aslında Esma'nın kaplumbağa yavrusu için buraya gelmesi bir bahanesiydi. Kendilerini görürler de, belki yemeğe çağırırlar niyetiyle çocuk aklınca kurduğu masum bir plândı.
Ablası:
"Annesi hani?"
Arazinin öbür tarafındaki evin arkasını işaret etti Büşra.
"Geri götür. Annesi çocuğunu arar."
"Bizim annemiz de bizi arar mı abla?"
"Biz kaybolmadık ki. O kayboldu."
"O zaman biz onu arayalım."
Bu teklife karşılık gelmedi, teklif sahibi de konuyu uzatmadı.
"Berringil börek yapıyorlar."
Bunu işiten Esma, bi' an duraksadıktan sonra, "Kaplumbağayı yerine koyalım" diyerek salıncaktan kalktı.
Pıtrak talamış araziyi geçip, yavruyu anasının yanına bıraktılar. Hemen önlerindeki mutfağın penceresinden, pişmekte olan börek kokusu yayılıyordu. Aslında Esma'nın kaplumbağa yavrusu için buraya gelmesi bir bahanesiydi. Kendilerini görürler de, belki yemeğe çağırırlar niyetiyle çocuk aklınca kurduğu masum bir plândı.
Evin önüne geçtiklerinde, kuzenleri Berrin'i çamurla oynarken buldular. Büşra, ona katılmak için hamle yapınca, Esma, kardeşini durdurdu, "Elmas içeri almaz, üstünü kirletme" diyerek. Elmas dediği, amcasının eşiydi. Ukalâ, tok sözlü, boşboğaz bir kadın olduğundan pek hoşlanmazlardı yengelerinden. O yüzden de gıyabında konuşurken sadece adını söyler, yenge demezlerdi. Etrafı çevrilmemiş, üç karış yüksekliğindeki balkona çıktılar merdiveni kullanmadan. Duvara dayalı sedire oturdular. Esma, gövdesiyle dönüp başını uzatınca, salonun ortasına serili sofra bezinin üstünde, genç bir kızın havuç rendelediğini gördü. Aynı anda kız da bakınca göz göze geldiler. Tanımıyordu. İş yapan kız kalkıp pencereye yaklaştı, dışarı bakıp salondan çıktı.
"Berrin." Berrin işitti ama karşılık vermedi. "İçerideki kadın kim?"
"Dayımın karısı. Selma yengem."
"Hangi dayının?"
"En küçük. En küçüğümüz."
Aslında dayısının nişanlısıydı. Çocuk aklıyla öyle biliyordu. "En küçük" lâfını da annesinden duymuştu. Annesi, "en küçüğümüz" diye tanıtmıştı erkek kardeşini bir yerde birileriyle konuşurken.
Selma mutfağa girdi:
"Abla" dedi görümceliğine, "dışarıda iki çocuk var."
"Ne çocuğu" diyerek çıktı Elmas, ayran çırpmayı bırakıp; kaynının kızlarını gördü, "N' oldu kızlar?"
"Kolay gelsin Elmas yenge" dedi Esma. Esma'dan görüp Büşra da onu taklit etti.
"Babanız evinize daha gelmedi mi?"
Hayır anlamında kaşlarını kaldırdı büyük olanı. Küçük olanı da aynısını yaptı.
"Nasıl olsa abisinin evi var, sofrası da var" dedi kadın. Ardından kızlar alınıp, kendilerini dışlanmış hissetmesinler diye devam etti: "Hiç mi kaygı etmiyor bu adam sizi? Kız çocuğusunuz bi' de. Hı."
O sırada sese gelen Selma, Elmas'ın ardında dikilmiş, sedirde oturanlara bakıyordu:
"N' oldu abla" dedi.
Elmas, bi' an başını çevirdi, tekrar önüne döndü, başıyla kızları gösterdi:
"Kaynımın kızları. Babalarının hiç düşündüğü yok anam. Bunlar aç mı, tok mu? İyi ki abisi varmış, iyi ki biz varız." Sonra elleri çamur içindeki Berrin'e, "Sen de bırak artık şunu, içeri geç. Doğru banyoya. Baban geldi oldu." Ama Berrin'in aldırış ettiği yoktu. Annesi gözlerini ayırarak, "Berrin diyorum" dedi.
"Öf"leyerek kalktı küçük kız. Balkona çıkarken, "Anne, dayım da gelecek mi" diye sordu yılışarak. Selma, tebessümle, "Gelecek fıstık" karşılığını verdi, nişanlısının yeğenine.
"Selma, sen salatayı yaptın mı?"
"Yapıyordum. Rendeleme kaldıydı abla."
"Tamam. O böreği de fırından çıkar, soğusun. Ben geliyorum."
Berrin ve Selma içeri girdiler. Elmas, diğerlerine talimat veriyordu şimdi de:
"Siz de şu çeşmenin altında elinizi, yüzünüzü yıkayın, ayağınızı da yıkayın. Pasaklı zilliler sizi."
Bunu duyan Büşra, küçük, yumuk yumuk elleriyle ağzını kapatıp kikirdedi. İkisi de kalktılar, dama çıkan merdivenin olduğu yerdeki kolona paçavradan bozma bir ip yardımıyla bağlanarak tutturulmuş çeşmeye yöneldiler. Yazmasının omuzlardan düşen uçlarını tepesinde bağlayan Elmas, şeytanî bir sırıtışla Büşra'ya:
"Hoşuna mı gitti kız babaannesi kılıklı? Yengeniz böyle terbiyesiz bir kadın işte. Esma, bacının ellerini, kollarını sabunla iyice yıka kızım, tosbağalarla oynuyordu. Sonra da içeri girin, hadi."
Şimdi balkonda sadece iki kız kardeş vardı. Esma, terliğini çıkardı, çeşmeyi açıp ayağını betona sürte sürte yıkarken söyleniyordu, aslında annesini taklit ediyordu:
"Hıh, pasaklı zillilermiş. Sen önce kendi kızına bak. Evine misafir geldi diye şımarıyor. Annem varken bize de geliyordu misafir."
Ablasının küçük bir kadın gibi söylenerek ayağını yıkamasını izleyen Büşra, bu monologu kesti:
"Yengem bana da 'babaannesi kılıklı' dedi. Ben babaanneme mi benziyorum? Sen hiç babaannemi gördün mü abla?"
Esma, yüzünü buruşturarak son noktayı koydu:
"Sus sen de ya."
"Berrin." Berrin işitti ama karşılık vermedi. "İçerideki kadın kim?"
"Dayımın karısı. Selma yengem."
"Hangi dayının?"
"En küçük. En küçüğümüz."
Aslında dayısının nişanlısıydı. Çocuk aklıyla öyle biliyordu. "En küçük" lâfını da annesinden duymuştu. Annesi, "en küçüğümüz" diye tanıtmıştı erkek kardeşini bir yerde birileriyle konuşurken.
Selma mutfağa girdi:
"Abla" dedi görümceliğine, "dışarıda iki çocuk var."
"Ne çocuğu" diyerek çıktı Elmas, ayran çırpmayı bırakıp; kaynının kızlarını gördü, "N' oldu kızlar?"
"Kolay gelsin Elmas yenge" dedi Esma. Esma'dan görüp Büşra da onu taklit etti.
"Babanız evinize daha gelmedi mi?"
Hayır anlamında kaşlarını kaldırdı büyük olanı. Küçük olanı da aynısını yaptı.
"Nasıl olsa abisinin evi var, sofrası da var" dedi kadın. Ardından kızlar alınıp, kendilerini dışlanmış hissetmesinler diye devam etti: "Hiç mi kaygı etmiyor bu adam sizi? Kız çocuğusunuz bi' de. Hı."
O sırada sese gelen Selma, Elmas'ın ardında dikilmiş, sedirde oturanlara bakıyordu:
"N' oldu abla" dedi.
Elmas, bi' an başını çevirdi, tekrar önüne döndü, başıyla kızları gösterdi:
"Kaynımın kızları. Babalarının hiç düşündüğü yok anam. Bunlar aç mı, tok mu? İyi ki abisi varmış, iyi ki biz varız." Sonra elleri çamur içindeki Berrin'e, "Sen de bırak artık şunu, içeri geç. Doğru banyoya. Baban geldi oldu." Ama Berrin'in aldırış ettiği yoktu. Annesi gözlerini ayırarak, "Berrin diyorum" dedi.
"Öf"leyerek kalktı küçük kız. Balkona çıkarken, "Anne, dayım da gelecek mi" diye sordu yılışarak. Selma, tebessümle, "Gelecek fıstık" karşılığını verdi, nişanlısının yeğenine.
"Selma, sen salatayı yaptın mı?"
"Yapıyordum. Rendeleme kaldıydı abla."
"Tamam. O böreği de fırından çıkar, soğusun. Ben geliyorum."
Berrin ve Selma içeri girdiler. Elmas, diğerlerine talimat veriyordu şimdi de:
"Siz de şu çeşmenin altında elinizi, yüzünüzü yıkayın, ayağınızı da yıkayın. Pasaklı zilliler sizi."
Bunu duyan Büşra, küçük, yumuk yumuk elleriyle ağzını kapatıp kikirdedi. İkisi de kalktılar, dama çıkan merdivenin olduğu yerdeki kolona paçavradan bozma bir ip yardımıyla bağlanarak tutturulmuş çeşmeye yöneldiler. Yazmasının omuzlardan düşen uçlarını tepesinde bağlayan Elmas, şeytanî bir sırıtışla Büşra'ya:
"Hoşuna mı gitti kız babaannesi kılıklı? Yengeniz böyle terbiyesiz bir kadın işte. Esma, bacının ellerini, kollarını sabunla iyice yıka kızım, tosbağalarla oynuyordu. Sonra da içeri girin, hadi."
Şimdi balkonda sadece iki kız kardeş vardı. Esma, terliğini çıkardı, çeşmeyi açıp ayağını betona sürte sürte yıkarken söyleniyordu, aslında annesini taklit ediyordu:
"Hıh, pasaklı zillilermiş. Sen önce kendi kızına bak. Evine misafir geldi diye şımarıyor. Annem varken bize de geliyordu misafir."
Ablasının küçük bir kadın gibi söylenerek ayağını yıkamasını izleyen Büşra, bu monologu kesti:
"Yengem bana da 'babaannesi kılıklı' dedi. Ben babaanneme mi benziyorum? Sen hiç babaannemi gördün mü abla?"
Esma, yüzünü buruşturarak son noktayı koydu:
"Sus sen de ya."
Elmas bir yandan böreği kesiyor, bir yandan anlatıyordu:
"Bu kızların anaları benim kaçan eltim olur işte. Kurban Bayramı'ndan beri ortalarda yok. 'Dedenizle bayramlaşıp hemen geleceğim. Siz evde durun, gelirken et getireceğim, size kebap yapacağım' demiş. Durumları olmadığından bir şey kesemezler eskiden beri. Kızlar, 'bizi de götür, biz de dedemizin elini öpelim' demişler. 'Komşulardan et yollayan olur, alın buzdolabına koyun, evde kimseyi bulamazlarsa geri götürürler' diye tembih etmiş kadın."
Görümcesinin ağzından çıkanları merakla dinleyen Selma, eltinin tembihine güldü, yorum yapmadan da duramadı:
"İnandırıcı olsun diye demiştir." Sonra ekledi: "Kadının kocası neredeymiş?"
"Kayınım bizim buradaydı. Kurbanlığımızı kesiyorduk o ara."
"Ee sonra kadının dostuna kaçtığını nasıl anladınız" diye sorarken Esma'nın mutfağa yaklaştığını gördüler. Elmas kısık sesle, "Tamam konuşmayalım şimdi. Başka zaman anlatırım" dedi. Tepsinin kenarından kesip aldığı küçük bir börek dilimini ağzına atmadan önce:
"N' oldu Esma?"
"Yardım etmeye geldim. İçeri götürecek bir şey var mı?"
"Amcan gelmedi daha. Sofrayı hazırlarken çağırırım ben seni. Aa dur dur, şu çöpü at bari. Hımm, böreğim de ne güzel olmuş."
Esma, kovanın içindeki çöp poşetini çekip aldı, ağzına bir düğüm atıp çıktı gitti. Elmas ile Selma da mutfakta iş yapadursun, biz salona geçelim.
Berrin, yemeğe kadar vakit geçirmek için masada boyama kitabıyla uğraşıyordu. Büşra oturduğu çekyattan kalkarak onun yanına geldi. Amcasının kızını pürdikkat izliyordu. Ağaçların yapraklarını yeşile, gövdesini kahverengiye, gökyüzünü maviye, güneşi sarıya boyamasını... Berrin eline yine yeşil pasteli alıyor, çimenleri boyuyor, sarı pastelle çimenlerin üstündeki kız çocuğunun saçlarına renk veriyordu. Büşra pastel boya kalemlerinden birini eline aldı, incelemeye başladı. Bunu gören Berrin:
"Ya bırakır mısın onu" dedi.
"Şu anneyi de ben boyayayım mı?"
"Hayır."
"Sadece anneyi..."
"Ya hayır diyorum, anlamıyor musun? Senin kendi boyaların yok mu?"
Hiçbir şey söylemeden kalemi yerine bıraktı. Dudağını büzerek bir süre ayakta izledi.
"Dikkatimi dağıtıyorsun. Bak boyayı taşırdım, gördün mü?"
Onun sesini daha fazla duymamak için masanın başından ayrıldı, köşedeki berjere oturdu, oturmasına ama Berrin dönüp:
"Oradan kalkar mısın Büşra? Babamın yeri orası. Allah'ım ne yaramaz şeysin sen" dedi.
Büşra ne yapsa Berrin'in gözüne batıyordu. Fakat Berrin'in de kuzenini azarlamaya bahane arar gibi bir hâli vardı. Yaşıtlardı ama tek kalıp canı sıkılmadıktan sonra onunla pek yan yana bulunmak, arkadaşlık etmek gelmezdi içinden. Büşra, demin kalktığı yere geçti.
Elmas, kapının eşiğinde duruyordu:
"N' oluyor?"
Berrin bir şey söylemeden burnundan soluyarak kuzenine baktı.
"Berrin bana bağırıp duruyor" dedi Büşra.
"Sen de bağırtma o zaman kızım. Akıllı dur. Rahatsızlık verme" diye karşılık verdi yengesi.
Ne iştah kalmıştı ne orada olma isteği... Pişman olmuştu geldiğine. Zaten buraya ne zaman gelse çoğu zaman can sıkıntısıyla geri giderdi. Şimdi de aynı hissi yaşıyordu.
Berrin ayağa kalkarak beklenmeyen bir hareket yaptı: "Gel hadi gel. Sadece anneyi ama tamam mı" diyerek yerini kuzenine verdi. Bu sürpriz davranışla az önceki üzüntüsünden bir çırpıda kurtuluveren Büşra sevinçle masaya geçti ama yine de Berrin'in çemkirmesinden çekinerek kadın resmini hangi renklere boyayacağını ona belirtti. Berrin bir karşılık vermedi; "bana ne, sen bilirsin" dercesine omuz silkti.
"Enişten nerede" dedi Elmas, sokak kapısına doğru bakarak.
"Hakkı abiyle konuşuyor" karşılığı duyuldu.
Bu sesle beraber Berrin heyecan içinde, yine beklenmedik bir hareketle Büşra'nın elinin altındaki boyama kitabını çekiverip alınca, çocuk elinde pastel kalemle kalakaldı.
"Dayı bak, ben ne yaptım" diye kapıya koştu Berrin. Annesi gülümseyerek onlara baktıktan sonra Büşra'ya dönüp:
"Baban gelmiş kız" dedi ve mutfağa gitti.
Büşra kalktı, pencereden baktığında babası Hakkı ile amcasının konuştuklarını gördü. Ablası Esma da yanlarındaydı.
Elmas'ın kardeşi Hakan salona girdi:
"Merhaba bayan" dedi Büşra'ya ve çekyata oturdu. Berrin, boyama kitabının yapraklarını durmaksızın çeviriyor, her sayfayı dayısına gösteriyordu. "Bunu ben yaptım. Bunu da ben yaptım..." diyordu tatlı, şirin, minnoş bir kız sesi çıkararak.
"Ayakta kaldın bayan, oturmaz mısın" dedi Hakan yine Büşra'ya.
Kız yanlışlıkla yine köşedeki berjere oturacaktı ama son anda sandalyeye geçti.
Selma girdi içeri. "Hoş geldin" dedi nişanlısına. Elinde gazeteden yapılmış küçük bir paket vardı. "Al canım, bunun içinde börek var. Evinizde yersiniz" diyerek Büşra'nın eline tutuşturdu tebessümle. Kız akşam yemeğini burada yiyip, gazeteye sarılı börekleri de daha sonra evde yemeleri için verdiklerini sandı ama kapı eşiğindeki yengesinin bakışlarından gitmesi gerektiği anlamını çıkardı. Zaten tam o esnada da ablasının onu çağırdığını işitti. Kendini baskı altında hissettiği bu ortamdan uzaklaşmanın tam zamanıydı. Sessizce dışarı çıkarken balkonda amcasıyla karşılaştı. "Yeğenim" dedi adam yarım ağızla ve içeri girdi. Ardından evin kapısı kapandı.
Güneş birazdan batacaktı. Baba ile kızları konuşarak pıtraklı araziden yavaş yavaş evlerine doğru yol alıyorlardı.
"Bu kızların anaları benim kaçan eltim olur işte. Kurban Bayramı'ndan beri ortalarda yok. 'Dedenizle bayramlaşıp hemen geleceğim. Siz evde durun, gelirken et getireceğim, size kebap yapacağım' demiş. Durumları olmadığından bir şey kesemezler eskiden beri. Kızlar, 'bizi de götür, biz de dedemizin elini öpelim' demişler. 'Komşulardan et yollayan olur, alın buzdolabına koyun, evde kimseyi bulamazlarsa geri götürürler' diye tembih etmiş kadın."
Görümcesinin ağzından çıkanları merakla dinleyen Selma, eltinin tembihine güldü, yorum yapmadan da duramadı:
"İnandırıcı olsun diye demiştir." Sonra ekledi: "Kadının kocası neredeymiş?"
"Kayınım bizim buradaydı. Kurbanlığımızı kesiyorduk o ara."
"Ee sonra kadının dostuna kaçtığını nasıl anladınız" diye sorarken Esma'nın mutfağa yaklaştığını gördüler. Elmas kısık sesle, "Tamam konuşmayalım şimdi. Başka zaman anlatırım" dedi. Tepsinin kenarından kesip aldığı küçük bir börek dilimini ağzına atmadan önce:
"N' oldu Esma?"
"Yardım etmeye geldim. İçeri götürecek bir şey var mı?"
"Amcan gelmedi daha. Sofrayı hazırlarken çağırırım ben seni. Aa dur dur, şu çöpü at bari. Hımm, böreğim de ne güzel olmuş."
Esma, kovanın içindeki çöp poşetini çekip aldı, ağzına bir düğüm atıp çıktı gitti. Elmas ile Selma da mutfakta iş yapadursun, biz salona geçelim.
Berrin, yemeğe kadar vakit geçirmek için masada boyama kitabıyla uğraşıyordu. Büşra oturduğu çekyattan kalkarak onun yanına geldi. Amcasının kızını pürdikkat izliyordu. Ağaçların yapraklarını yeşile, gövdesini kahverengiye, gökyüzünü maviye, güneşi sarıya boyamasını... Berrin eline yine yeşil pasteli alıyor, çimenleri boyuyor, sarı pastelle çimenlerin üstündeki kız çocuğunun saçlarına renk veriyordu. Büşra pastel boya kalemlerinden birini eline aldı, incelemeye başladı. Bunu gören Berrin:
"Ya bırakır mısın onu" dedi.
"Şu anneyi de ben boyayayım mı?"
"Hayır."
"Sadece anneyi..."
"Ya hayır diyorum, anlamıyor musun? Senin kendi boyaların yok mu?"
Hiçbir şey söylemeden kalemi yerine bıraktı. Dudağını büzerek bir süre ayakta izledi.
"Dikkatimi dağıtıyorsun. Bak boyayı taşırdım, gördün mü?"
Onun sesini daha fazla duymamak için masanın başından ayrıldı, köşedeki berjere oturdu, oturmasına ama Berrin dönüp:
"Oradan kalkar mısın Büşra? Babamın yeri orası. Allah'ım ne yaramaz şeysin sen" dedi.
Büşra ne yapsa Berrin'in gözüne batıyordu. Fakat Berrin'in de kuzenini azarlamaya bahane arar gibi bir hâli vardı. Yaşıtlardı ama tek kalıp canı sıkılmadıktan sonra onunla pek yan yana bulunmak, arkadaşlık etmek gelmezdi içinden. Büşra, demin kalktığı yere geçti.
Elmas, kapının eşiğinde duruyordu:
"N' oluyor?"
Berrin bir şey söylemeden burnundan soluyarak kuzenine baktı.
"Berrin bana bağırıp duruyor" dedi Büşra.
"Sen de bağırtma o zaman kızım. Akıllı dur. Rahatsızlık verme" diye karşılık verdi yengesi.
Ne iştah kalmıştı ne orada olma isteği... Pişman olmuştu geldiğine. Zaten buraya ne zaman gelse çoğu zaman can sıkıntısıyla geri giderdi. Şimdi de aynı hissi yaşıyordu.
Berrin ayağa kalkarak beklenmeyen bir hareket yaptı: "Gel hadi gel. Sadece anneyi ama tamam mı" diyerek yerini kuzenine verdi. Bu sürpriz davranışla az önceki üzüntüsünden bir çırpıda kurtuluveren Büşra sevinçle masaya geçti ama yine de Berrin'in çemkirmesinden çekinerek kadın resmini hangi renklere boyayacağını ona belirtti. Berrin bir karşılık vermedi; "bana ne, sen bilirsin" dercesine omuz silkti.
"Enişten nerede" dedi Elmas, sokak kapısına doğru bakarak.
"Hakkı abiyle konuşuyor" karşılığı duyuldu.
Bu sesle beraber Berrin heyecan içinde, yine beklenmedik bir hareketle Büşra'nın elinin altındaki boyama kitabını çekiverip alınca, çocuk elinde pastel kalemle kalakaldı.
"Dayı bak, ben ne yaptım" diye kapıya koştu Berrin. Annesi gülümseyerek onlara baktıktan sonra Büşra'ya dönüp:
"Baban gelmiş kız" dedi ve mutfağa gitti.
Büşra kalktı, pencereden baktığında babası Hakkı ile amcasının konuştuklarını gördü. Ablası Esma da yanlarındaydı.
Elmas'ın kardeşi Hakan salona girdi:
"Merhaba bayan" dedi Büşra'ya ve çekyata oturdu. Berrin, boyama kitabının yapraklarını durmaksızın çeviriyor, her sayfayı dayısına gösteriyordu. "Bunu ben yaptım. Bunu da ben yaptım..." diyordu tatlı, şirin, minnoş bir kız sesi çıkararak.
"Ayakta kaldın bayan, oturmaz mısın" dedi Hakan yine Büşra'ya.
Kız yanlışlıkla yine köşedeki berjere oturacaktı ama son anda sandalyeye geçti.
Selma girdi içeri. "Hoş geldin" dedi nişanlısına. Elinde gazeteden yapılmış küçük bir paket vardı. "Al canım, bunun içinde börek var. Evinizde yersiniz" diyerek Büşra'nın eline tutuşturdu tebessümle. Kız akşam yemeğini burada yiyip, gazeteye sarılı börekleri de daha sonra evde yemeleri için verdiklerini sandı ama kapı eşiğindeki yengesinin bakışlarından gitmesi gerektiği anlamını çıkardı. Zaten tam o esnada da ablasının onu çağırdığını işitti. Kendini baskı altında hissettiği bu ortamdan uzaklaşmanın tam zamanıydı. Sessizce dışarı çıkarken balkonda amcasıyla karşılaştı. "Yeğenim" dedi adam yarım ağızla ve içeri girdi. Ardından evin kapısı kapandı.
Güneş birazdan batacaktı. Baba ile kızları konuşarak pıtraklı araziden yavaş yavaş evlerine doğru yol alıyorlardı.
Son
hoş öykü olmuş. köylük yer öyküsü, yerel dil var, keyifliydi :) ne güzel böyle kalabalık çevrede yaşayanlar şanslı :)
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum ziyaretin ve yorumun için. İnsanı anlayan, üzmeyen, mutluluk veren çevresinin olması da güzel. :)
Sil