04:10’u gösteriyor saat. Hayat normal seyrinde henüz…
Bir tanıdığımın mahalle dışındaki iş yerinin yazıhanesindeyim... Üstü çinkolu küçük bir baraka…
Işık sönük… Bilgisayarda YouTube’dan seyrettiğim Bruce Lee’nin “Büyük Patron” filmi yeni bitti. Filmde oynayan sanatçılar hakkında Vikipedi’den bilgi ediniyorum, çünkü bir film tanıtım yazısı kaleme almak istiyorum bloga. İş yerinin küçük kedisi elektrikli sobanın önünde mayışmış.
Birkaç saat
sonra, hava aydınlanmadan ayrılacağım oradan, her gün olduğu gibi. Gelecek
plânlarımı hayata geçirinceye dek rutin şekilde sürecek(!)
![]() |
6 Şubat 2023 Depremi Başlıyor
Neler Oluyor?
04:17. Barakanın duvarları şiddetle sallanıyor, bunu ışık sönük olmasına rağmen görüyorum. Sanki çinkoya dolu yağıyor gibi ama deprem olduğunu anlıyorum ve kediyi kapıp dışarı fırlıyorum.
Sarsıntı artıyor. Elektrikler kesildi. Devreye ilerideki villanın jeneratörü giriyor, ortalığı ay ışığı gibi ışıtıyor. Her taraf bahçe... Her şey sallanıyor. Küçük kedi çığlık atarak elimden kurtulup karanlığa karışıyor.
Şimdi bi’ başıma açık alanda bir oraya, bir buraya koşuyorum, hep aynı yerde dönüp duruyorum. Olayın şaşkınlığı içinde, “Ya neler oluyor?!” diye haykırıyorum. Yeryüzü ve yer altı o acayip, o ürkütücü sesleriyle karşılık veriyor. Kelimenin tam anlamıyla yer beşik olmuş sallanıyor, "gacır gucur, gacır gucur..." sesleriyle. Durmuyor, kesilmiyor, bitmiyor…
Ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyorum, ki aynen öyle. Açık alanda olduğum için üzerime devrilecek bi’ şey yok ama yer yarılıp içine gireceğim, ben de nihayet ölümle tanışacağım birazdan gibi düşüncelere kapılıyorum.
Kâbus Değil Gerçek
Hani bir kâbus görürüz de bunun aslında rüya olduğunu idrak ederiz hâlâ uykudayken. Uyanırız ve beynimizin içindeki kötü görüntüler sona erer. Lâkin şimdi böyle bi’ şey yok. Acaba bu bir rüya mı, diye geçiyor aklımdan. Değil... Hayal ile gerçek arası karışık bir duygu... Belki şok hâli... Kendimi evrende yapayalnız ve bîçare hissediyorum.
Mahalleden çığlık sesleri geliyor; kadınlar, erkekler nasıl bağırıyor!
Yine aynı iki noktaya gidip geliyorum, gidip geliyorum… Bu panikle ne yapmaya çalıştığımı ben de bilmiyorum. Son nefeslerimdeyim düşüncesiyle kelime-i şehadet üstüne kelime-i şehadet getiriyorum. En azından bunun bilincindeyim, şehadete dilim dönüyor diye manevî bir rahatlık ve sevinç de var. Henüz bütün bildiklerimi unutmuş değilim demek ki.
İşte nihayet durdu amma velâkin sarhoş gibi yalpalıyorum, ki zaten sallanma esnasında bile bedenim yorulmuş, kendimi bırakacak raddeye gelmiştim.
Hayat durdu bi' an! Gökyüzü kurşunî bulutlarla öyle kapanmış ki, "Buradan çıkış yok" diyor sanki. Hani dünyaya devasa bir göktaşı düşer de canlılığı bitirir, yerküre derin bir sessizliğe bürünür ve artık dünya yepyeni bir döneme girmeye hazırlanır. Hah işte, bendeki his şu an aynen böyle... Sanki bir dönem kapanmış, bambaşka bir dönem başlamış gibi.
Durduğum yerden mahallemizin camisine bakıyorum; minare yok.
Gözümün önüne 17 Ağustos depremindeki enkaz fotoğrafları geliyor. Kentte sağlam yer kalmamıştır, diye düşünüyorum. Eğer ailem kurtulamamışsa, eğer onlar artık yoksa, benim de yaşamamın anlamı yok diyorum.
Yazıhaneye girip kardeşime telefon ediyorum; meşgul. Telefonun çekmesine seviniyorum. Babamı arıyorum. “Neydi o? Siz iyi misiniz” diye soruyorum. “İyiyiz” diyor babam, telefonu kardeşime veriyor. Kardeşim ağlıyor, annemin de iyi olduğunu, evin biraz hasar gördüğünü söyleyip, beni eve çağırıyor.
İçeride battaniyenin üstünde bekleyen, göz göze geldiğimiz küçük kediyi bağrıma basıp öpüyorum. “Kendine iyi bak canım” deyip onu orada bırakıyorum pencereyi kapatarak, çünkü hava birden soğuduğu için hastalanmasını istemiyorum.
Caddeye çıkıyorum. Yağmur yağıyor, şemsiyemi açıyorum. O saatte işlek bir trafikle karşılaşıyorum. Biraz ilerledikten sonra yeniden başlıyor sarsıntı. Yine çığlıklar!.. Önünden geçtiğim apartman zangır zangır titriyor.
Mahalleye giriyorum; ana baba günü. Arabası olanlar ailelerini aceleyle araca alıyor. Nereye gittiklerini bilmiyorum, acaba kendileri de biliyor mu? Zannımca insanlar en tehlikeli yerin kendi bulunduğu yer olduğunu düşünüyor; nereye gidersem kurtulurum, deprem beni bulamaz, ölüm bana yetişemez psikolojisinde, basireti bağlanmışçasına.
Evimize biraz daha yaklaşıyorum.
Normalde o saatte in cin top oynayan yerde herkes ayakta yağmurun altında bekliyor. Binalar yıkılmamış ama minarenin yarısı gitmiş, taşları yola savrulmuş, arabalar geçebilsin diye birisi taşları ayağıyla kenara çekmeye uğraşıyor.
Minareye canım sıkılıyor. Dünyaya gözümü açtığımda o kurşun kalem gibi göğe uzanan yapının artık yerinde olmayışı içimi burkuyor. Belki de artık o boşluğu her gördüğümde bana bu felâket gecesini hatırlatacağı içindir.
Caminin hemen köşesinden bizim sokağa sapıyorum. Cami lojmanının önündeki üstü çinkolu yerde bekleşenler arasından annemin sesini işitiyorum: “Ali!” Babam ve kardeşim de orada... Birbirimizi gördüğümüze, sağ salim bulduğumuza çok ama çok seviniyoruz.
Biraz sonra aynı mahalledeki kuzenim bizi telefonla çağırıyor.
Önce evimize giriyoruz çekine çekine. Tek katlı ama temkinli olmalıyız. Birkaç parça eşya alacağız. Mutfakta yerde kırılan bardaklar, tabaklar var. Giderken bizimkiler kapıyı açık bırakmak istiyor, engelliyorum. Babam, “Bu durumda ne olacak? Herkes canının derdinde” diyor. Asıl böyle kargaşa zamanlarında fırsat kollarlar, diye karşılık veriyorum.
Kedilerimiz için babam evde kalıyor. Biz gidiyoruz.
Annemle kardeşim kuzenimin arabasına biniyor. Ben de depreme yakalandığım iş yerinin sahibinin, yani dayımın arabasına biniyorum. Altı kişi oluyoruz benle beraber.
Aklım barakadaki küçük kedide… Pencereyi açık bırakmamakla iyi mi ettim, kötü mü ettim, diyorum. “Hava buz gibi zaten. Orası güvenli” diyorlar. Rahatlıyorum.
Deli gibi yağmur başlıyor. Arada bi’ tekrar sallanıyoruz takside amma velâkin yapacak bi’ şey yok, hiçbir şey yok hem de. Afet karşısında elimiz kolumuz bağlı... Mecbur bekleyeceğiz.
Dayım mahalle dışına sürmeye başlıyor. Uzun bir konvoy var âdeta... Önce petrole uğruyoruz. Petrol tıklım tıklım... İşte gene sallandık. İşimiz bitince iş yerine geçiyoruz. Araba durur durmaz iniverip yazıhaneye koşuyorum. Sarsıntıyla pencere açılmış zaten ama kedi içeride. Bir kez daha kucaklayıp öpüyor kokluyorum o tatlı küçük kıl yumağını.
Depreme bir hafta kala her gün çıldırmış gibi yazıhanenin içinde hoplayan zıplayan, elimi ısıran, perdeyi yırtan, kendi kuyruğunu döne döne yakalamaya çalışan hayvanın hırçınlığından eser yok. Evdeki kediler de son günlerde iyice azıtmıştı. Babam, “Bunların gözünde bir görünür var” demişti. Bizim burada “gözünde görünür var” derken; “başımıza iş gelecek, kötü şeyler olacak” demek istenir. Çocukken çok yaramazlık yaptığımızda da böyle söylerlerdi.
Arabaya geçip biraz orada bekledikten sonra tekrar dayımların sokağında duruyoruz.
Bizimkileri arıyorum devamlı. İyi olduklarını öğrenince rahatlıyorum.
Doğ Ey Güneş
“Güneş bir doğsaydı” diyoruz. Güneş bu mevsimde burada 7:15 gibi çıkmış olur. Çıkmasını bekliyor herkes. 6 Şubat 2023 depremi sonrası, uzun bir gecenin ardından havanın aydınlanmasını bekliyoruz.
Selamlar, geçmiş olsun. İyi misiniz? Deprem çok geniş bir alanda hissedilmiş. Can kayıplarının olmasına üzüldüm.
YanıtlaSilSağ olun. Ciddî sallanıyoruz hâlen. Kendimi açık alanda bile güvende hissetmiyorum. Araçtayız. Sizler ne durumdasınız?
SilAna depremin ardından ne çok artçı gelmiş. Endişeyle izledim videoları. Havaların soğuk olması da eve giremeyince büyük sorun. Allah yardımcınız olsun. Memlekettekilerden endişelendik ama şükür ki iyi haberlerini aldık.
SilHocam çok geçmiş olsun, kelimeler yetersiz kalıyor, iyi olduğunuza sevindim
YanıtlaSilSağ olun hocam. Aynen kelimeler yetersiz kalıyor duygularını aktarmakta. Bırakın başkalarına anlatmayı, durup birkaç dakika düşününce insan inanmakta zorlanıyor başına böyle anormal olayın gelmesine üstelik. Yani kişi önce kendi içinde sindirmeye çalışıyor.
Sil