Blogger Söyleşileri serisinin bu defaki konuğu; Bir Edip.
Teknik konularda birkaç kez yardım almışlığım ve yeni şeyler öğrenmişliğim vardır, sayesinde. Bunu da paylaşmadan geçmek istemedim.
Edebiyat öğretmeni olan Bir Edip hocaya teşekkür ediyorum; zaman ayırıp, emek verip de soruları itinayla yanıtladığı için. Bloguna nasıl özeniyorsa, aynı eforu burası için de göstermiş. Ellerine sağlık...
Öncelikle Bir Edip'i tanıyabilir miyiz? Kendinizden bahseder misiniz?
İlk soruya cevap verirken söyleyeceklerim okuyucuyu ürkütmez
inşallah.
Antalya’da doğmuş büyümüş biriyim. Atatürk Üniversitesinde
lisans eğitimi aldım. 22 yıl bilfiil edebiyat öğretmenliği yaptım. Mesleğim ve
öğrencilerim uydurma bir KHK ile elimden alındığı için altı yıldır görevime
devam edemiyorum. Yani 28 yıllık edebiyat öğremeniyim desem daha doğru olur.
Maaşıma el koyabilirler ama öğretmenlik sıfatımı elimden alamazlar.
Kendimi bildim bileli yazıyorum. Ortaokul yıllarından
itibaren şiir karalıyorum. Bizim toplumda herkes biraz şairdir. Mesleğimin ilk
yıllarından itibaren okul panolarında pek çok yazımı okumuştur gençler. 2010’lu
yıllarda ülke çapında çok dallı (deneme, şiir, roman, hikâye) bir yarışmanın
deneme dalında “Cemre Düşen Yer” adlı eserimle Türkiye ikinciliğini lâyık
gördüler. Benim katıldığım alanda yetmiş küsur eser vardı yanlış
hatırlamıyorsam. Bugün eseri piyasada bulmak biraz zor. Bir gün yeni baskıları
yapılır mı? İnşallah. Kafamda yeni eser projeleri var ama ne zaman gerçeğe
dönüşür bilemiyorum.
15 Temmuz’la başlayan süreç hayatımı fazlasıyla etkiledi. Önce mesleğimden oldum. Sonra özgürlüğümü aldılar elimden. Yaşam hakkı tanınmayınca "ülke de sizin olsun" deyip soluğu Avrupa’da aldım. Yeni eserlerim için biyografi yazacağım zaman artık “hapiste yattı, ülkesinden sürgün edildi” gibi havalı ifadeleri de ekleyebileceğim. İzahı olmayan şeyleri mizahı olur diyorlar ya, işte öyle!
Bir Edip'in yayım faaliyeti neleri kapsar? Hangi amaçla
yayım yapar?
biredip.com’da; yıllar boyu kaleme aldığım şiir, deneme,
mektup ve hikâyeleri yayımlıyorum.Bunun dışında tamamen blog için kaleme
alınmış günce türünde yazılar mevcut.
Son dönemde iki başlıkta bana ait olmayan eserleri
yayımlıyorum. Birincisi “bilinmeyen şiirler” başlığı altılında internet
ortamında pek bulamayacağınız şiirleri paylaşıyorum. Bu seçki tamamıyla benim
beğenimden oluşuyor.
İkincisi “bestelenmiş şiirler” başlığını taşıyor. Burada da son dönem edebiyatımız içinde yazılmış ve bestesi yapılmış şiirleri toplamaya çalışıyorum. Henüz yolun çok başında bir çalışma bu. Tamamlanınca araştırmacılar ve şiirseverler için iyi bir arşiv olacağını düşünüyorum.
Blog camiasına katılma hikâyenizi anlatır mısınız?
Blogumda farklı yazılarda zaman zaman buna değindim. Benim
blog maceram henüz blog kavramının ortaya çıkmadığı zamanlara dayanıyor. Blog
kavramı yanılmıyorsam 2005 yılından itibaren kullanılıyor. Oysa ben yazdığım
yazıları 2001 yılında internette paylaşıyordum. Bugünkü kişisel bir internet
sayfasından veya blogdan farklı değildi yaptığım şey. Bu yönüyle ülkedeki ilk
blogculardan biri sayılırım.
Merak eden olursa bloguma uğrayıp arşivden bakabilir
yazılarıma. Tabi o dönemdeki yazıları ancak internet arşivi tutan siteler
sayesinde görebilirsiniz. İnanmak istemeyenler için sağlam delillerim var yani.
Soruya dönersek, benim bloglama maceram bilinçli bir şey değildi. Ben yazıp paylaşıyordum. Sonra gördüm ki yaptığım iş blogculukmuş.
Blog adı vermenize lüzum yok; bu zamana kadar ziyaret
ettiğiniz bir sitede sizi rahatsız eden şey oldu mu? Olduysa sitede gezinmeye
devam ettiniz mi, yoksa çıktınız mı? Kısacası; bir blogdan sizi ne kaçırır?
Olmaz mı? Çok. Bir yazıda önce imlâ ve noktalama dikkatimi
çeker benim. Bunlarda kusur varsa o yazıyı okumak işkenceye döner. En basit
kuralları bile göz ardı ederek yazılmış bir yazıyı okumak için neden kendişe
eziyet edeyim ki? (Burada göz ardı kelimesi için sözlüğe baktım. Bir an için
nasıl yazmam gerektiğine karar veremedim. On sayinemi bile almadı kelimenin
doğru yazılışını öğrenmem. İnsanlar niye bu kadar üşengeç anlamış değilim)
Ziyaret ettiğim sayfada mutlaka almam gereken bir bilgi
varsa her tür olumsuz yapıya rağmen katlanırım. Ama keyfi bir okuma yapıyorsam
imlâsı kötü bir sayfada çok kalmam. Zihnimi kötü bir imla ile niye meşgul
edeyim ki? Okunacak daha güzel bir sayfa mutlaka vardır.
Bir sayfada kalmam için üslup da önemli elbette. Blog yazarının dili beni cezbetmiyorsa kendimi okumak için sıkıntıya sokmam. Tadını beğenmediğiniz bir gıdayı zorla yemeye çalışmak gibi bir şeydir bu. Sevmediğim hiçbir şeyi bana zorla yediremezsiniz. Tadına bakarım, beğenmediysem sofrada kalır.
Yazıyı önce kâğıda veya word'e mi yazarsınız, yoksa
direkt bloga mı?..
Eskiden kâğıda yazıyordum. Kalemle kâğıdın dostluğunu
seviyorum. Tabi değişen şartlar sizi de dönüştürüyor. Bir dönem elimde sadece
telefon vardı. Ne kalem-kâğıt ne de bilgisayar. Her tür yazı işimi telefonla halletmek zorunda kalmıştım.
Bu konuda takıntılı değilim. Asıl olan yazıdır. Araç ikinci plânda kalır. Son dönemlerde doğrudan bloga yazıyorum yazılarımı.
Burada bir parantez açmak lazım sanırım. Blog için yazılan yazılarla diğer edebî türlerdeki yazıları aynı kefeye koymuyorum ben. Yani bir blog yazısı doğrudan bloğa yazılabilir. Ama bir şiir, bir deneme, üzerinde fazlasıyla düşünmeyi gerektirdiği için kâğıda veya bilgisayara yazmak daha mantıklı geliyor bana.
Bir blog yazarının üretimini durduran etkenler sizce
nelerdir?
Zaman temel problem bana göre. Blog ile uğraşan insanların
hiçbirinin temel işi blog değil. Neredeyse tamamı bu işi bir uğraş olarak
yapıyor. Böyle olunca da daha öncelikli işlerimiz var. Onlardan kalan
vaktimizin bir kısmını bloga ayırıyoruz. Zaman yetmiyor işin özü.
Sonrasında herkes için geçerli olmasa bile genel blog
yazarları için etkileşim önemli bir unsur. Yorumlarla besleniyor pek çok yazar.
Yeterli etkileşimi görmeyince yazmaktan uzaklaşıyor. Daha basit düşünelim: Bir
mikroblog olan Twitter’da bile etkileşim almayan paylaşımlar insanlar için
bunalım sebebi oluyor. Burada temel bir sorun ortaya çıkıyor. Biz okuyucu için
mi yazıyoruz? Ya da şöhret olmak için mi?.. “Herkes beni tanısın, herkes benim
yazdıklarımı okusun, yazılarıma yorum yapsın.” gibi sonu gelmez beklentilerin
içine giriyorsa blog yazarı, bir süre sonra bu girdapta boğulacaktır.
Öyleyse blog yazarı temel soruya cevap arayarak yoluna devam etmelidir: Niçin yazıyorum?
İlhamınızın kesildiğini hissettiğiniz oluyor mu? Oluyorsa
telâşa düşer misiniz? Yoksa akışına mı bırakırsınız?
İlham perisi sürekli bizimle olmaz. Diğer yazarlara da
uğramalı ki farklı farklı eserler çıkabilsin ortaya. İlhamın kesildiği
zamanlarda endişeye gerek yok bence. Yazı kendisini size zorla yazdırmıyorsa
kafa yormak gereksizdir. İyi bir yazı kendisini yazdırır zaten. Siz
yazmayacağım diye direnseniz bile o bir yolunu bulup satırların üzerinde
belirecektir.
Telâşa gerek yok. Yazı aceleye gelmez.
![]() |
Bir Edip |
Sildiğiniz veya yayımlamaktan vazgeçtiğiniz yazı oldu mu? Olduysa neden?
Bazı yazılarda zaman içinde değişiklik yaptığım olur. Ama
sildiğim yazı sanırım yok. Yayımlamaktan vazgeçtiğim yazı var tabi. Taslaklarda
bekler onlar. Tamamıyla silip atmam. Üzerinde yeniden düşünürüm. Görünür olmayı
hak ettiğini düşünürsem paylaşırım. Kıvamını bulmadıya taslaklarda beklemeye
devam eder.
Neden yayımlamaktan vazgeçerim peki? Bunun mutlak bir cevabı
yok aslında. Yazıya söz geçmiyor bazen. İstediğiniz şekle sokamıyorsunuz. Bazen
de insanları bir blog yazısı için kırmaya gerek yok diye düşünüyorum. Eleştirel
bir yazı kaleme alıyorum meselâ. Bakıyorum ki dili çok sivri olmuş. Aman boş
ver, deyip bırakıyorum. Meselâ blog yorumları üzerine yazılmış bir yazım var
taslaklarda. Belki iki yıldır bekliyor. Ara ara gözden geçiriyorum ama taslaklardan
çıkmıyor bir türlü. Yayımlarsam üzerine alınan çok insan olur diye yayına
almıyorum. Bırakalım, herkes kendi çapında eğlensin değil mi?
Blog yazmak sizin için ne anlama gelir?
Blog kavrammının ortaya çıkışındaki temel amaç “web günlüğü”
tutmaktır. Ben bloga bu gözle bakıyorum. Bir nevi günlük yani. Defterlerde
tutulan günlüklerden ayrılan en önemli yanı ise herkese açık olması. Bir
eğlence burası benim için. Hoşça vakit geçirdiğim bir bahçe, kafamı dinlediğim
bir sahil. Blogsuz bir hayat olabilir elbette ama yazısız bir hayat olmaz.
Çok okunsun, herkes gelip yorum yapsın vb takıntılarım yok.
Blog âleminde işler genelde karşılıklı etkileşime dayanıyor. Yorum yaparsanız
birileri de gelip sizin yazılarınıza yorum yapıyor. Bu bana çok anlamsız geliyor.
Bu yüzden okuduğum blogların çoğuna yorum yapmıyorum. Yazının yoruma ihtiyacı
varsa yazarım sadece.
Hiç kimse okumayacak bile olsa ben blog yazmaya devam edecek
miyim? Evet. Bu benimle ilgili bir şey çünkü. Okuyucunun buna müdahalesi yok,
olmamalı da. Yazı bir ticaret nesnesi değil benim için. Buraya Peyami Safa’yı
örnek olarak koyabilirim. Geçimini sağlamak için yazdığı “Cingöz Recai” vb. eserlerini Server Bedi takma adıyla yazmştır. Oysa sadece edebî kaygılarla
yazılan eserlerinde kendi adı vardır. Bu romanlarını bir ticarî meta olarak
görmemiştir. Bunlardan da para kazanmış mı? Elbette kazanmış. Ama öncelik
sanattır.
Demem o ki blog benim için bir hobidir.
Yazarken sözlükten ve imlâ kılavuzundan faydalanır mısınız?
Bir blog yazarının internet tarayıcısının sık kullanılanlarında sözlük yoksa kalemi bırakabilir. Cep telefonunda birkaç sözlük uygulaması yüklü değilse yine aynı şey geçerli. Sözlük (artık sanal sözlükler imlâ kılavuzu gibi kullanıldığı için sözlük diyorum) sadece bir kelimenin nasıl yazıldığını öğrenmek için kullanılmaz. Bir roman, bir şiir okuyormuş gibi ara ara sözlük okumayı öğrenmemiz lâzım bizim.
Mesleğimi icra edemediğim yılları da sayarak söylüyorm, yaklaşık otuz yıldır edebiyat öğretmenliği yapıyorum. Hâlâ sözlük okuyorum. Gerek duyunca yazım kurallarına bakıyorum. Blog yazarları kusura bakmasın, birçoğu ilkokul seviyesinde bir yazım bilgisiyle blog yazarlığı yapıyor. Eleştiriye de açık değil pek çoğu. Blogunu, sadece kendisinin okuyacağı bir günlük gibi düşünüyor. İstediğim gibi yazarım diyor. Yazamazsın arkadaşım, istediğin gibi yazamazsın. Bu dil senin keyfine bırakılacak kadar sahipsiz değil.
Trafikte istediğim gibi araç kullanırım diyebiliyor musun? Dersen cezayı yersin. Ki trafikte bizi caydıran asıl unsur ceza değil başkalarının hayatına duyduğumuz saygıdır. Aynı şey dil için de geçerli olmalı. Türkçeye saygı duymayı öğreneceğiz.
Bloggerlık hakkında yazı okur musunuz, video izler
misiniz?
Okuyorum elbette. Ama bu yazılar blog yazısının nasıl olması
gerektiğini anlatan yazılar değil. Daha çok altyapı ile ilgili yazıları
okuyorum. Kendi bloğumda WordPress kullandığım için bununla ilgili ihitiyaç
duyduğum yazıları okuyorum. Onun dışında “blogda yazı şöyle yazılır, SEO şöyle
yapılmalıdır, bir bloğun olmazsa olmazları şunlardır” tarzındaki yazılara kulak
asmam pek.
Yukarıda bahsettiğim alanda ihtiyaç duyarsam video izlediğim
de olur. Çünkü sizin yapmak istediğiniz şeyi biri mutlaka denemiş ve videosunu
çekmiştir. Bu yönüyle internet gönüllü insanların çalıştığı bir dernek gibidir.
İyi ki o iyi insanlar var.
Bir blogda en çok hangi yazı türü ilginizi çeker?
Herhangi bir türe karşı özel bir ilgim yok. Ben güzel
yazının peşindeyim. Tabi bunu edebî türler için söylüyorum. Hikâyenin denemeye,
şiirin hikâyeye üstünlüğü yok benim nazarımda. (İç ses: Şiire biraz haksızlık
mı ettim?)
Bugünün insanları hikâye okumayı seviyor. Bu yüzden
bloglarında hikâye anlatan insanlar daha çok takip ediliyor ve okunuyor. Ben de
kendi hikâyemi anlatıyorum zaten. Bazen şiirle, bazen denemeyle, bazen
mektupla…
Söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Blog yolculuğunuzda kolaylık ve başarı dilerim. Okurunuz bol olsun. Zihninize sağlık, kaleminize kuvvet...
Asıl ben teşekkür ederim, kıymet verip söyleşi yaptığınız
için. Sizin de blog yolculuğunuz daim olsun.
Cevapların bazılarında biraz sert bir dil kullanmış olabilirim. Bir kusur varsa anlatıcıya aittir.
Alvarlı Efe Hz.leri der ki:
Kemalde noksan imiş,
İncinen, incitenden.
Öyleyse hoş görün.
İlla yazı aceleye gelsin istiyorum ben. Sabırsızım :)
YanıtlaSilBen de öyle ama defalarca kontrol etmeden yayımlamamaya çalışıyorum. Oysaki yazının üstünde yayımdan sonra da oynama yapılabilir. :)
Sil